
ODE Yalıtım Genel Müdürü Ali Türker![]()
“Selanik’ten, önce İstanbul, ardından İzmir’e yerleşmiş bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1972 yılında İzmir’de doğmuşum... Annem ev hanımı, babamsa ateşli hastalıklar ve mikrobiyoloji alanında uzman, tıp camiasında bilinirliği olan bir doktordu. İstanbul’da inşaat mühendisliği eğitimi almak istemesine rağmen girdiği bir burs sınavını kıl payı kaçırınca bu hayali suya düşmüş. Daha sonra da, dereceye girerek üçüncü sırada kazandığı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne başlamış. Dolayısıyla, benim yıllar sonra İTÜ İnşaat Fakültesi’ne girmem, onun kendi gerçekleştiremediği bir arzusunu, oğlunun gerçekleştirmesi itibariyle de önemli ve anlamlıydı...” Altay’ın maçlarına giderdik “Çocukluğum, benden bir buçuk yaş büyük ablamla zaman zaman arkadaşlıklar, zaman zaman çekişmeler içinde geçti. Babamla da ortak noktalarımız vardı. Satranç tutkumuz bunların başında gelirdi. Annem ve ablamın baskılarına ve tacizlerine rağmen saatlerce satranç oynardık. Bu oyunlar yararlı olmuş ki liseler arası turnuvalarda İzmir ikincisi ve Türkiye üçüncüsü bile olmuştum. Futbol ve Altay da çocukluğumun önemli unsurlarındandılar. Babam Altay’ın hemen hemen her maçına götürür, bazen annem ve ablam bile bize katılırlardı. Ailecek Altay sempatizanlığımız halen devam ediyor fakat benim sonrasında Beşiktaş’a olan tutkum onlara da sirayet edince onlar da Beşiktaş sempatizanı oldular...” Tek başıma teneffüs “İlkokula, babamın görevi dolayısıyla bulunduğumuz Uşak’ta başladım, ardından Tire’de devam ettim. Bornova Anadolu Lisesi’ni kazandığım 12 yaşıma kadar ikamet ettiğimiz Tire, İzmir’e göre mütevazı bir kasabaydı. Bense biraz haylaz, hareketli ve yaramaz bir çocuktum. Hatta ilkokula başladığım ilk gün annem bu huyumu bildiğinden, ders saatinin başlamasından iki saat sonra beni kontrole geldiğinde, herkes sınıftayken beni tek başıma bahçede oynarken bulmuş. Çocuk aklımla, daha okulun ilk günü öğretmenden izin almış ve tek başıma teneffüse çıkmışım. Bir ay boyunca aynı şekilde tüm çocuklardan fazla teneffüs yapmıştım. Böyle bir ayrıcalık tanıyan o öğretmenimi geçen sene ziyarete gittim. Bende çok emeği vardır...” ![]() Yıl 1975, Ali Türker 3 yaşındayken... Türkiye üçüncüsü olmuştuk “Bornova Anadolu Lisesi yılları ise hayatımın en önemli ve güzel dönemlerinin geçtiği yıllardı. Ablam da Amerikan Kız Koleji’ni kazandığından İzmir’e dönmüştük. Anadolu Lisesi sınavlarında ilk 300’e girmiştim. Hazırlık döneminde çok sıkı çalıştığımdan ve derslerden sıkıldığımdan orta öğrenimimin ilk yıllarında tam anlamıyla vasat bir öğrenci olmuştum. ‘Beşten şaşma, altıyı aşma’ prensibini uyguluyordum. Bu prensibi lise ikinci sınıfa kadar uyguladım. Fakat çalışkan ve başarılı olan ablamın bile üniversiteye hazırlıktaki yoğun temposuna şahit olduğumdan, bu düşük vitesle yol alırsam üniversite sınavının beni çok üzeceğini fark etmem, lise ikiden itibaren derslere yoğunlaşmamı sağlamıştı. İlk teşekkür belgemi bile ancak o yıl alabilmiştim. Kimya’da TÜBİTAK takımına girmiştim. Türkiye üçüncüsü ve İzmir ikincisi olmuştuk...” Bornova Anadolu Lisesi... “Bornova Anadolu Lisesi’ndeki arkadaşlıklarımı çok önemserim. İlk gençliği yaşadığımız İzmir’deki o yılları, o tatlı-acı, güzel anıları unutmak mümkün değil. Arkadaşlarımın çoğu Türkiye ve dünya genelinde iyi pozisyonlara geldiler. Üniversite sınavında da Türkiye genelinde ilk yüze bizden 13 kişi girmişti. Hala görüşür, bağımızı koparmamaya çalışırız. Geçen sene mezuniyetimizin 25. yılını kutlamak amacıyla Çeşme’de 120 kişi biraraya geldik. Seneye de 45 yaşına girecek olmamızdan dolayı 45’likler partisinde buluşmayı planlıyoruz...” Beşiktaş’ın her maçına gidiyorum “Beşiktaş sevgisi de bana o yıllarda gelip yerleşmişti... Babam nedeniyle sıkı bir Altay sempatizanı olmama rağmen hazırlık sınıfında çevremdeki arkadaşlarımın çoğunun Fenerbahçeli veya Galatasaray taraftarı olduğunu fark etmiştim. Hem taraftar hem kulüp olarak futbol ortamını bu iki takım yönetiyordu. Buna tepki olarak ben de kendimi çok da bilinçli olmayarak Beşiktaş’ı savunurken buluyordum. Kendimi Beşiktaş’a yakın hissediyordum. Beşiktaş sevgim yıllar yılı giderek arttı ve üniversiteyi kazanıp 1990’da İstanbul’a gelmemle de bu ilgi farklı bir platforma taşındı. O dönemden itibaren, askerlik dönemim ve Süleyman Seba’ya tepki duyduğum kısa bir dönem hariç Beşiktaş’ın hemen hemen her maçına gitmişimdir...” Baba mesleği tıbbı hiç düşünmedim “Üniversite hayatıma, çoğu sınıf arkadaşım gibi ben de Ankara’da ODTÜ veya Bilkent’te devam etmek istiyordum. Ablam da zaten ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde öğrenciydi. Fakat ODTÜ İnşaat Fakültesi’ni bir puanla kaçırmam, bu hayalimin suya düşmesine neden olmuştu. İyi ki de öyle olmuş; İTÜ İnşaat Fakültesi mezunu olmaktan son derece memnunum. Üniversite tercihlerim konusunda ailemin çok müdahalesiyle karşılaşmamıştım. Fakat babamın, Türkiye’de doktorluğun hakkının tam olarak teslim edilmediğini ve zor bir meslek olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Temel eğitimin ve pratikte geçirilen yılların ardından bile çok dinamik bir alan olduğundan devamlı kendini yenilemek, öğrenmek gerekiyordu. Çok çok zor bir meslekti. Aslında tıbba meraklıydım da... Babamın mikrobiyolojiyle ilgili muayenehanesine gittiğimde yapılan çalışmalar ilgimi çekerdi. Fakat sonuç olarak tercihlerimde, baba mesleği olan tıbbı hiç dikkate almadım. Matematiğim çok iyiydi, mühendisliği arzu ediyordum. Mühendislik, tıbba göre sıkı bir eğitimin ve kazanılan bakış açısının ardından daha kolay yapılabilecek bir meslekti. Mühendislik eğitimi almaktan son derece hoşnutum. On kere daha dünyaya gelsem, her seferinde mühendis olmak isterdim...” Annemi iyi ki dinlemişim “Aslında mimarlık eğitimi almayı, ablam gibi ODTÜ Mimarlık’ı kazanmayı da arzu ediyordum fakat bu isteğimden, tercihleri yaptığım son gün annemin uyarı ve önerileri doğrultusunda vazgeçmiştim. Çizimlerle aramın iyi olmadığını benden daha iyi biliyordu. Mimarlıkta zorlanacağımı hatırlatmıştı. Bu da hayatımda enteresan bir kırılma anıdır. İyi ki annemi dinlemişim... Mimarlık gerçekten benim yapabileceğim bir meslek değilmiş. Bunu, İnşaat Fakültesi’nde teknik resim dersinde bire bir deneyimlemiştim...” Tercihim Beşiktaş’tan yanaydı “İstanbul’a ilk defa 1990 yılında İTÜ İnşaat Fakültesi’ni kazandığımda kayıt için gelmiştim. Beşiktaş tutkumdan dolayı yurt konusunda da tercihimi Beşiktaş semtinden yana yapmıştım. Şans eseri yerleştiğim Akaretler’deki Abdi İpekçi Öğrenci Yurdu’nda üç sene kaldım. Ardından da yine Beşiktaş’ta arkadaşlarımla bir ev tutmuştuk. Yani öğrencilik hayatım boyunca hep Beşiktaş’ta ikamet ettim. İstanbul, birçok artı yönü olan İzmir’den çok farklı bir şehirdi. Kozmopolit olması en önemli özelliğiydi”. “En dikkatimi çeken şey ise, hala garipsediğim hemşericilik mantığıydı. İstanbul’da tanıştığım herkesten ‘nerelisin’ sorusuna muhatap kalmak beni gerçekten şaşırtıyordu. İnsanların nereli olduklarına pek dikkat etmem fakat gariptir, en yakın arkadaşlarım da, hiç özel bir çaba sarf etmeme rağmen hep İzmir’den çıkıyordu. İstanbul’daki ilk yıllarımda da bu böyle oldu. İstanbul’da hayatımızın en güzel günlerini yaşadık, keyifli bir dönem geçirdik. Turistik yerler, öğrencilik hayatımızı renklendiriyordu...” ![]() Yıl 1992 / Eşi Aysun ile... Bir taraftan yüksek lisans, bir taraftan stewartlık “İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi klasik eğitim veren nispeten zor bir okul olmasına rağmen lise altyapım iyi olduğundan çok da zorlandığımı söyleyemem. Dersleri rahat veriyor, sınıfları kolay geçiyordum. Yaz tatillerini kesintiye uğratmamak için bütünlemeye bile ders bırakmıyordum. Ki finallerde sınavı geçmeyip, ders notlarını yükseltmek için bütünlemeye kalan birçok arkadaşım da vardı. Ayrıca okulu dört senede bitirip bir an önce ekonomik bağımsızlığımı da kazanmak istiyordum. Bu konuda şansım yaver gidiyordu. Üniversiteyi bitirdiğim sene bir taraftan yüksek lisansa devam ediyor, bir taraftan da Türk Hava Yolları’nda stewart olarak çalışıyordum. Okulun ardından yüksek lisansa yurtdışında devam etme alternatiflerini düşünmeme rağmen bu işi ise çok zorlamıyordum. Sınavlara girmek ve bugünkü kadar kolay olmayan bir sürü prosedürü yerine getirmek zor geliyordu. Fakat gitseydim, birçok arkadaşım gibi ben de bir daha geri dönmez, hayatıma büyük ihtimalle Amerika’da devam ediyor olurdum. Bu bir kayıp mı, kazanç mı, şu anda kestirmek zor tabii...” Yardıma Türk Hava Yolları yetişti “Stewart olmamda, yolda tesadüfen gördüğüm bir arkadaşımın, Brüksel’den yeni geldiğini söylemesi etkili olmuştu. O yaşta, yurtdışına hiç çıkmamış, uçağa bile binmemiş birisi olarak bana çok cazip gelmiş ve hemen THY’nin sınavlarına girmiştim. Sınav, mülakat ve yaklaşık iki aylık eğitimin ardından 1994’ün haziran ayından itibaren 16 ay boyunca THY’de stewart olarak görev aldım. Bu işe girişim, aile olarak küçük bir problemi de çözmemizi sağlamıştı... Ablamı istemeye gelecekleri o yıl saçlarım uzundu. Babamsa böyle bir toplantıda saçlarımın uzun olmasından duyacağı rahatsızlığı dile getiriyor, saçlarımı ısrarla kestirmemi istiyordu. Tam bu sıra babamın yardımına THY yetişmişti. Babama karşı koymama rağmen, mülakatta karşılarına geçtiğim THY yetkililerine karşı koyamamış, işe kabul edileceğim takdirde saçlarımı kestireceğimi söylemiştim. Kabul edildikten sonra da hemen gidip kestirmiştim...” Karaçi’de iki gün aç kaldım “Stewart olarak çalıştığım dönemde enteresan deneyimler yaşıyordum. Profesyonel olarak ilk iş deneyimim olması açısından da önemliydi. Keyifli bir ortamdı. Bu sayede hem Gaziantep, Adana, Konya, Kayseri, Van gibi yurtiçi, hem de Karaçi, Alma Ata, Mısır, İsrail gibi yurtdışı birçok şehri ve ülkeyi görme fırsatı yakalıyordum. Bunların arasında unutamadığım, pek hoş anılarla ayrılamadığım Karaçi’nin ise özel bir yeri vardır. O yıllarda öğrenci alışkanlıklarımla doğal olarak yeme içme konusunda seçici olmamama rağmen Karaçi’de resmen aç kalmıştım. Halbuki arkadaşlarım, orada yiyecek pek bir şey bulamayabileceğimden yanıma bisküvi almamı tavsiye etmişlerdi ama onları dinlememiş, nasıl olsa öğrenci alışkanlıklarıyla karnımı doyuracağımı tahmin etmiştim. Fakat yanılmışım. Öyle bir ortam vardı ki anlatılamaz ancak yaşanır. 40 derece sıcaklık, yüzde 90 nem. İnsanların haşhaş, baharat çiğneyip tükürdükleri sokaklar... İnanılmaz bir pislik. Her yer ağır bir baharat ve farklı kokular altındaydı. Otelden bile çıkamıyorduk. İlk iki gün otelde aynı şeyleri yedikten sonra, diğer iki gün arkadaşların getirdikleri bisküvileri tüketmiştik, son iki gün ise gerçekten aç kalarak Türkiye’ye dönmüştüm. Hayatımın en ilginç tecrübelerinden birisiydi. Alma Ata ise geniş ve temiz yolları, düzgün altyapısıyla en hoşuma giden şehir olmuştu...” Yeni Türkü grubu ile Barselona “THY’de stewart olarak çalıştığım dönemde, güzel bir gelirin yanında birçok ünlüyle tanışma fırsatı da yakalıyordum. Mesela henüz üçüncü uçuşumda Barselona’ya 150 kişilik uçakta 17 yolcuyla havalanmıştık. Bu 17 yolcunun da 15’i, İspanya’ya konsere giden Yeni Türkü grubunun üyeleriydi. Uçak boş olduğundan yaklaşık dört saatlik uçuşun üç saatini onlarla sohbet ederek geçirmiştik. Hatta uçak ciddi bir türbülansa girdiğinde Derya Köroğlu bu işin normal olup olmadığını sormuş, ben de gerçekten ciddi bir türbülans olduğunu bilmeme rağmen beyaz yalanlar söyleyerek kendisini rahatlatmaya çalışmıştım. Uçuş sonunda durumu kendisine anlattığımdaysa çok şaşırmış, teşekkür etmişti. Ardından bir teşekkür yazısı bile yollamış, konserlerine davet etmişti. Bu seyahatlerimde futbol ve iş dünyasından da birçok ünlüyle birlikte olma fırsatı yakalıyordum. Sakıp Sabancı da bu isimlerden birisiydi. Sohbet esnasında nasihat verip, yurtdışına gitmem gerektiğini söylemişti. Zorlukları da vardı tabii, çok da kolay bir iş değildi. Kapalı bir ortamda hizmet vermek, yolcuyla uğraşmak kolay değildi. Hep güzel ve konforlu yerlerde konaklamanıza rağmen uyku saatlerinin düzensizliği bazen rahatsızlık verebiliyordu. Stewart’lığın bir faydasının da, sabahları çabuk toparlanma yönünde bana kazandırdıkları olduğunu söyleyebilirim. Daha öncesinde sabahları kendime gelmem bir saati bulabiliyordu. O tarihlerden sonra bu süreç on dakikaya inmişti...” Asistanlık maaşı stewartlığın üçte biri kadardı “Ayda 90 saat, dört gün, part-time yaptığım stewartlığın yanında diğer taraftan yüksek lisansa da devam ediyordum. Derslerim iyi olduğundan okulda asistan olarak kalma alternatifim vardı. Özellikle Çelik Yapılar dersi ilgimi çekiyordu. Hem Çelik Yapı hem de Mukavemet dersini aldığım hocalarım okulda kalmam yönünde teklifte ve tavsiyelerde bulunuyorlardı. Fakat asistanlık ücretleri çok az, neredeyse kadrolu bir stewart’ın alacağı rakamın üçte biri kadardı. Bir yol ayrımına gelmiştim. Ya okulda kalarak asistan olacak, ya THY’de kadroya geçecek, ya da özel sektörde mesleğimle ilgili bir alanda iş bulacaktım. Tercihim özel sektördü. Hedefim ise büyük bir inşaat firmasında inşaat mühendisliği yapmaktı...” ![]() Amacım referans edinmekti “Bir tanıdığımız aracılığıyla 1995 ayının ağustos ayında, inşaat firmalarıyla iş yapan, firmalara malzeme satışı gerçekleştiren Orhan (Turan) Bey ile bir görüşmeye gitmiştim. Amacım Orhan Bey’den, kontakt kurabileceğim bir-iki isim almak, referans edinmekti. Resmi bir iş görüşmesi olarak görmediğim için gayet de rahattım. Üzerimde kot pantolon ve tişört vardı. Fulya’daki ODE’nin ofisinde Orhan Bey ile yirmi dakikalık bir görüşmemiz olmuştu. Yardımcı olup olamayacağını sorgulamaya çalışıyordum. Fakat Orhan Bey, İngilizce bildiğim, İTÜ mezunu olduğum ve kendi deyimiyle prezantabl olduğum için pazarlama alanında yanında çalışmamı teklif etmişti. Başta cazip gelmeyen bu teklif, tam yanından ayrılırken, kabul ettiğim takdirde önümüzdeki ay İtalya seyahati olduğunu, yeni bir ürün eğitimine gidileceğini söylemesi üzerine birden gözüme cazip görünmüştü. Ürün, Index firmasının sürme esaslı kristalize bir su yalıtım malzemesiydi. Eğitim sonrası da ürünün sorumluluğu bana verilecekti...” İtalya ve yeni bir ürün sevdasıyla... “THY’deki son uçuşumun ardından 1995’in bir eylül pazartesi, İtalya ve yeni bir ürün tanıtımı sevdasıyla ODE’de işe başladım. ODE, o zamanlar ağırlıklı olarak yurtiçi yalıtım malzemesi üreticilerinin bayiliğini yapıyordu. Ayrıca Index’in kristalize su yalıtımı ürünlerinin de distribütörlüğünü almıştı. Ay sonunda, konuşulduğu gibi İtalya’ya dört günlük bir eğitime katıldık. Yeni ürün osmoseal isimli bir malzemeydi. İşim, bu ürünün yanında ithalatını yaptığımız diğer ürünlerin de teknik tanıtımlarını yapmak, broşürlerini hazırlamak, müşterileri ikna etmeye çalışmaktı. En büyük avantajım ise sattığımız ithal ürünlerin hepsinin teknik altyapılarının üstün ve özel olmasıydı. Bu özellikleri seminerlerle, şantiye ziyaretleriyle müşterilere anlatıyorduk. ODE de zaten bu yönüyle ön plana çıkıyordu. Al-sat ürünlerdeki kar marjıyla yurtdışından getirilen ve satılan ürünlerdeki kar marjı kesinlikle aynı değildi. O zamanlar tabii bu kadar net anlayamıyordum, Orhan Bey’in özellikle yurtdışından detaya uygun en kaliteli ürünleri bulma, pazara sunma, yatırım yapma anlamında çok ciddi bir iradesi ve vizyonu vardı. Bu da ODE’nin marka imajına katkıda bulunuyor ve diğer firmalardan ayrışmasını sağlıyordu. Bugün ODE’nin geldiğini noktaya uygun bir vizyonu olduğu, çok kararlı olduğu belliydi. O dönemde ben de yurtdışı firmalarla pazarlık yapılmasından sözleşme imzalanmasına, ürünlerin dağıtımından sunumların hazırlanmasına, yıllık hedeflerden prim sistemine kadar tüm süreçler hakkında ciddi tecrübeler ediniyordum. Bu dönemde ayrıca özel projelerde bazı uygulamalar da yapıyorduk çünkü bu özel ürünleri uygulayabilecek bayilerimiz yoktu. Söz konusu taahhütlerden de sorumluydum. Fakat 1997 yılından tüm taahhütlerden çekildik ve tamamıyla müşterilerimiz ve bayilerimiz üzerinden hareket etmeye başladık. Bence bu, ODE’nin ileride üretici bir firma olarak iyi bir dağıtım kanalı oluşturmasında önemli ve kritik kararlardan biridir...” Ürünleri üreticisinden daha iyi tanıyorduk “ODE’ye teknik mühendis olarak ilk girdiğimde Orhan Bey’in bana verdiği görev, temsilciliğini yaptığımız ürünleri, üreticisinden daha iyi bilmem yönünde çalışmalarımı yoğunlaştırmamdı. Bu, hoşuma giden bir meydan okumaydı. Hemen ilk dönemlerde, ürünlerini sattığımız tüm üretici firmaların teknik müdürlerinden bire bir eğitimler almış, konulara hakim olmuş, onları zorlar noktaya gelmiştim. Hatta bu durumdan kuşkulanan bazı iş sahipleri Orhan Bey’i arayıp, neden ürünlerin bu kadar detayına girdiğimizi, üretmeyi mi düşündüğümüzü sormuşlardı. ODE olarak bir hizmet veriyorsak, onun tüm detaylarını bilmek ve müşteriye o şekilde sunmak istiyorduk. Bu felsefe, benim hayat felsefemle de çok uyumluydu. Öyle bir duruma gelmiştik ki, müşterinin üretici firmaya sorduğu soruları, üretici firma bize yönlendiriyordu. Ses yalıtımı konusu bu alanlardan birisiydi. 1990’lı yılların ortalarında üretici firmaların hiçbirisi ses yalıtımına hakim değildi. Bizse ses yalıtımı üzerine yoğunlaşıyorduk. 1997’de dört İngiliz firmanın distribütörlüğünü almıştık. Gittiğimiz eğitimlerden gayet donanımlı geliyor ve bu bilgileri sektörün bilgisine sunuyorduk. Ses yalıtımında sektörde pratik bilgi sahibi sadece ODE vardı. Pazar, marka ve bazı ürünlerle jenerik isim oluşturduk. ODE’nin bu çabaları olmasaydı, pazar belki bu kadar teknik ürüne talep duymayacaktı...” Askerlik ve Çorlu fabrikası “Askerliğimi de ODE’de çalışırken, fabrikamızın bulunduğu Çorlu’da 1999 yılında yaptım. Büyük ve güzel bir tesadüftü. Kısa dönem askerliğim boyunca şirketin otomobiliyle Çorlu’ya gidip, otomobili fabrikanın otoparkına bırakıyor, oradan kışlaya geçiyordum. Haftasonları da fabrikadan arabayı alıp İstanbul’a geliyordum. Askerlik döneminde hatırladığım en önemli olay, 1999 depremiydi. Depremi hissetmiştik. Asker olarak çoğumuz istememize rağmen Gölcük’e yardıma çok azımız gidebilmişti. Ben de maalesef gidemeyenler arasındaydım...” Yüksek lisansımı tamamlayamadım “ODE’ye başladığımdan itibaren enteresan bir şekilde bir gün bile boş kaldığımızı söyleyemem. ODE’de sürekli bir aktivite, farklı durumlar ve hiç bitmeyen bir dinamizm vardır. Bu dinamizme ben de kendimi kaptırdım. Sürekli bir koşuşturma içinde olmam, bazı şeyleri es geçmeme neden olmadı da değil. Mesela işe başladığım ilk yıl, seyahatlerin ve işin yoğunluğundan, İnşaat Fakültesi’ndeki yüksek lisans derslerini bitirmeme rağmen tezime zaman ayıramamıştım. ODE’de gerçekten inanılmaz bir tempo vardır. Son 15 senedir her yıl ortalama yüzde 22 büyüyoruz. Bu yüzde 22 büyüme de çok dinamik bir ortam yaratıyor...” Gelişimi her aşamada gözlemleyebildim “ODE, yıllar içinde normal bir bayi statüsünden büyük üreticilerden biri haline geldi. 1995 ile 2000’li yılların başı, ODE’nin yurtiçi üreticilerin bayiliğini yaptığı, ayrıca yurtdışından Türkiye’de olmayan doğru ürünleri bulup getirdiği ve pazara lanse ettiği bir dönemdi. Özellikle ithalat ürün grubuyla birlikte ODE ciddi bir çıkış yaptı, markalaştı ve markalaşırken de pazarda müşterinin dertlerini çözebildi. Müşteriye farklı çözümler sunabildi. Bu durum hem marka algısı hem de sermaye altyapısı oluşturdu. Teknik pazarlamayla diğer bayilerden ayrıştığı ve markalaştığı bir dönemdi. 2000’de kauçuk köpüğü yatırımı, ardından 2001’de XPS yatırımı, 2004’te membran yatırımıyla da 2000-2005 arası ODE’nin üretici olmaya başladığı bir dönem yaşandı. Teknik ithal ürün grubu devam ediyordu ama artık daha önce bayiliğini yaptığımız firmaların ürünlerini üretip kendi bayi ağımızı kurmaya çalıştığımız bir dönemdi. Üretimdeki ilk deneyimlerimizi yaşıyorduk. 2007’de camyünüyle üretimi ve İş Girişim ortaklığıyla birlikte artık ODE sanayici bir firma hüviyeti kazanmaya başladı. 2008, gerek bayi kanalıyla gerek pazarlamayla, gerekse ürünlerle büyük bir üretici pozisyonuna geçtiğimiz bir yıl oldu. Tabii üretici yönümüz gelişirken teknik pazarlama, ithalat yönümüz doğal olarak azaldı. Diğer taraftan dağıtım kanalımız büyüdü ve dağıtım kanalına harcadığımız para artmaya başladı. ODE, teknik ürün pazarlayan bir firmadan büyük bir üretici pozisyonuna geçti. Benim için en büyük tecrübe de, her aşamasında bu gelişimi gözlemlemek oldu. Bu anlamda Orhan Bey’in vizyoner bakış açısıyla şirketin on sene önünden gittiğini rahatlıkla söyleyebilirim...” ODE, doğru stratejiyle yönetiliyor “ODE, kazandığı tüm birikimi işine ve markasına yatıran bir firma. Bu seneki yatırımımız bile kırk milyon lirayı geçecek. 2016’da hiçbir firma büyüyemedi, herkes ciddi sıkıntılar içindeyken ODE’nin yaptığı yatırımın büyüklüğü bence gerçekten takdire şayan. Ben girdiğimde 17 kişinin çalıştığı bir organizasyon, bugün 300 kişiye istihdam sağlayan bir yapıya dönüştü. Hedefimiz ise dört sene içinde altı yüz kişiye ulaşmak. Ciro olarak da iki katı geçecek bir büyüme planımız var. Bunu da stratejik bir iş planıyla, kağıda dökerek, rakamsallaştırarak altı ayda bir güncelliyoruz. O anlamda ODE’nin doğru stratejiyle yönetildiğine inanıyorum...” Amma dakiksin ha... “Orhan Bey ile doğal olarak sayısız anım var... Ama en unutamadığım, işe ilk başladığım aylarda yine bir İtalya seyahati öncesiydi... Pazar sabahı saat sekizde, Fulya’daki ofisin hemen karşısındaki otoparkta buluşacak, taksiyle havaalanına gidecektik. Ben de, zaten evim yakın olduğundan sekize on kala evden çıkmış, tam sekize iki dakika kala otoparka ulaşmıştım. Orada bekleyen Orhan Bey’in bana bakıp, ‘Sen de amma dakiksin ha’ demesini hala unutamam. O olayı, bana patrondan önce işte veya buluşma yerinde olunması gerektiğini göstermesi açısından önemserim...” ODE ile ortak bir noktamız varmış “ODE ile ortak bir noktamız olduğunu işe girdikten sonra farkına varmıştım. ODE’nin 1992’de Fulya’daki ofisine geçene kadarki bulunduğu yer, benim Beşiktaş’ta arkadaşlarımla oturduğum evin sokağındaymış. Sonraki yıllarda mahalleye ODE logolu araçla geldiğimde mahalleden bazı tanıdıkların, ODE’yi hatırladıklarını ve ODE’nin çok hızlı büyüdüğünü söylediklerini hatırlıyorum...” Şirket içinde birçok görevde bulundum “ODE’de teknik mühendis, ürün mühendisi, ürün müdürü, teknik müdür, pazarlama müdürü olarak çalıştım. Daha sonra 2007’den itibaren Satış ve Pazarlama Müdürü ve ardından Direktörü olarak devam ettim. Şirket içinde genelde pazarlama ağırlıklı olarak birçok görevde bulundum. 2014’te ise genel müdürlük pozisyonuna getirildim. Yıllardır çalıştığım şirkette böyle bir pozisyona layık görülmek beni mutlu etmişti. Genel müdür olunca çok büyük bir tedirginlik yaşamamıştım. Farklı bir sektörde, farklı firmaya gitsem endişeler yaşayabilirdim ama yirmi yıldır aynı firmada olduğum için firmanın gelişimini, geldiği noktayı, müşterilerini, bayilerini bildiğim için nispeten rahattım. Ayrıca ODE’de oturmuş bir personel stratejisi vardır. Belli departmanlarda belli kişilerin kurdukları sistem yürür. Yani göreve başladığımda çok fazla reorganizasyon yapmaya ihtiyacımız yoktu. Tek sancımız, hızlı büyümekten kaynaklanan bazı sorunlu unsurları geliştirmek veya değiştirmek oldu. ODE’nin son derece sistematik, düzenli, rakam bazlı bir şirket olması en büyük avantajımdı...” Eskişehir kampüsümüz son derece modern bir tesis “Şu anda Eskişehir’deki yatırımımız devam ediyor. İki sene önce aldığımız 75 dönümlük bir arazi üzerine son derece modern bir kampüs kuruyoruz. 2013 yılından beri beş ana ürün grubu üretiyoruz ve bunların hepsinde yüzde 90’ın üzerinde kapasite kullanım oranımız var. Hızlı büyüyen dinamik bir firma olarak tekrar yatırımlarla yeni bir büyüme, yeni bir kapasite vizyonu sunmamız gerekiyordu. Bu noktada, önce 2012’de İş Girişim’den hisselerimizi geri aldık. 2014’te stratejik iş planımızı güncelledik ve bu sene başında camyünü fırınımızı yeniledik. Eskişehir’de de önce membranla ardından da kauçukla devam edecek iki fazlı bir yatırım planladık. Membranda önce membranla başlayıp daha sonra shingle’ı içeren iki faz olduğunu vurgulamam gerek. Kauçukta da belli bir kapasiteyle başlayıp daha sonra o kapasiteyi ikiye katlayacağız. Makine ve ekipman gelmeye başladı. Mart ayında membran üretimine geçeceğiz. Ardından yine önümüzdeki sene shingle yatırımını devreye sokacağız. 2018’de r-flex kauçuk üretimine başlayacağız. Eskişehir kampüsümüz son derece modern; 2030 yılında bile hiç sırıtmadan hizmet verebilecek bir tesis oluyor...” Monotonluğa hiç düşmüyoruz “ODE çok hızlı değişim geçiren, monotonluğa hiç düşmeyen bir firma. Her senemiz birbirinden farklıdır. Sektörde de böyle bir firma olduğunu zannetmiyorum. Bu kadar yenilik yapmasaydık, yatırım atağına girmeseydik, çok daha az bir ekiple yine başarılı olur, hayatımızı devem ettirirdik. Fakat öyle yapmıyoruz. Bu dönüşüm insanın kendisini geliştirmesini de sağlıyor. Benim en büyük motivasyonum, beslenme kaynağım da zaten bu...” Hedefimiz yüzde 30 “Yurtdışındaki dinamizm yurtiçinden en az beş kat fazla. Her şey çok değişken. Mesela Rusya 2012’de bizim için en önemli pazarken bu sene neredeyse hiçbir etkinliğimiz olmadı. Fakat buna rağmen üç sene sonra Rusya’da ne yapabileceğimizi kestiremiyoruz. Hiç ilgilenmediğiniz bir pazar, oradaki üretici firmanın kapanmasıyla bir anda en büyük pazar olabiliyor. Ya da tam tersi; çok iyi satış yaptığınız bir ülkede birden o ürünün yatırımı yapılıyor, ertesi sene kaybolabiliyorsunuz. ODE olarak yurtdışında iyi bir marka algısı yakalamayı hedefledik. Özelikle Turquality programıyla birlikte öncelikli sekiz hedef pazar belirledik. Bu pazarlarda hangi ürün olduğuna bakmaksızın ODE markasının tanıtımı için bir bütçe ayırıyoruz. Mesela Mısır’da seminer veriyoruz, fuara katılıyoruz, bayilerimize tabela yaptırıyoruz, lokal dergilere ilan veriyoruz. Mısır pazarında markamızı yaşatmaya başladık. İnanıyorum dört beş sene sonra bu sekiz ülkede de ODE’nin iyi bir marka bilinirliği olacak. Hedefimiz yurtdışı gelirlerimizin toplam ciromuzun yüzde otuzuna gelmesi. Bu amaçla yurtdışında yatırım veya yatırımlar da hayata geçirebiliriz...” Değerler güncellenemiyor “1998 yılında TS 825 Isı Yalıtım Yönetmeliği yayınlanırken İZODER başta olmak üzere yalıtım sektörünün ciddi bir emeği ve çalışması olmuştu. 1998’de atılan bu adımlardan dolayı istenilen potansiyele ulaşılamasa da ısı yalıtım pazarı her sene belli bir oranda büyüdü. Fakat aradan yirmi sene geçmesine rağmen yalıtım değerlerini maalesef güncelleyemedik. Almanya iki senede bir U değerlerini ve kriterlerini yeniliyor, yükseltiyor. Bizde ise 20 sene önce neyse, hala aynı yetersiz değerler. Özel sektör kendi dinamizmiyle bu konuda daha aktif bir rol üstleniyor ama bu da bir noktadan sonra yetersiz kalıyor. Sektörü domine eden firmalar biraraya gelip müşterek adım atamıyorlar. Yalıtım sektörünün en büyük açmazı bence bu. Üreticilerin biraraya gelip bir vizyon oluşturmaları, beşer-onar yıllık sektörel planlama yapmaları şart. Bununla birlikte 2017 yılında artık mevcut Isı Yalıtım Yönetmeliği’ndeki bazı değerlerin güncellenmesi konusunda daha somut adımların atılacağına inanıyorum...” Birçok hikayenin içinde bulundum “Bugün ODE, üretici firmaların bayisi pozisyonundan bu noktaya gelene kadar en az otuz tane irili ufaklı hikaye yaşadı. Bunların çoğunun içinde bulundum, bulunmadıklarımı da çok yakından takip etme şansım oldu. Bu anlamda 1998’deki kauçuk köpüğü yatırımımızın hikayesi önemlidir. O yıllarda terör örgütü liderinin İtalya’da ortaya çıkması, İtalyan mallarına karşı boykotların olduğu, iki ülke arasında ciddi ekonomik ve siyasi sıkıntıların yaşandığı bir dönemde ODE’nin tereddüt etmeden yatırım için düğmeye basması ve Türkiye’deki ilk kauçuk köpüğü üreticisi olması gerçekten önemliydi. İş Girişim ile gerçekleştirdiğimiz birliktelik de sektörde bir ilkti. Camyünü yatırımımız da önemli kilometre taşlarımızdan birisiydi. Sektörde ürettiğimiz tüm ürünlere EPD alan ve kurumsal sosyal sorumluluk raporu hazırlayan ilk firma olmamız da bizi gururlandıran şeylerden bazıları...” Pazarlama konusunda güncelleme şart “1997 yılında Marmara Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisansı yapmıştım. Bu bilgilerimi 2012-2014 yılları arasında Bilgi Üniversitesi’nde MBA yaparak tazeledim. Bunun da oldukça yararını gördüm. Aradan geçen 15-16 senede pazarlamanın ne kadar değiştiğine akademik olarak da şahit oldum. Bence her yönetici ve yönetici adayının 15 senede bir pazarlama konusunda kendisini güncellemesi gerekiyor. Uzun yıllardır satış ve pazarlamayla bire bir ilgilendiğim için bu konudaki gelişmeleri de yakından takip etmeye çalışıyorum. Dijitalizasyon her sektör ve dalda olduğu gibi şirket yönetimi ve pazarlamada da etkinliğini her geçen gün artırıyor. Her şirketin üretimini, performansını elektronik ortamda anlık görebilmesi gerekiyor. Pazarlama faaliyetleri de dijital ortamlara kayıyor ve bu oranın gün geçtikçe daha da artacağını tahmin ediyoruz. Her ne kadar Türkiye’de, eline basılı malzeme alıp okumak isteyen bir kitle olsa da özellikle yeni jenerasyonla birlikte tamamen hakimiyeti dijital mecralar ele geçirmeye başladı. Geçiş dönemi olarak gördüğümüz bugünlerde ise iki kuşağın da isteklerini, taleplerini yerine getirmeye çalışıyoruz...” Zamanı iyi yönetmek gerekiyor “Sabahları saat 7’de ofisteki masamın başında olurum... Bu prensibimi yıllardır korumaya çalışıyorum. Gece ne kadar geç yatarsam yatayım bu alışkanlığımı bozmam. İş hayatımda zaman yönetimini çok önemserim. Zamanı iyi yönetmek gerçekten önemlidir. Rakip bir ürünü inceleyerek zaman geçirebilirsiniz, bayi ziyaret ederek zaman geçirebilirsiniz, muhabbet ederek de zamanı geçirebilirsiniz. Çok fazla alternatif var. Fakat zamanı iyi yönetenlerin kesinlikle fark yarattığına inanıyorum. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımın ajandasını yönetmeye çalışmam. Verilen görevi takip ederim ama gün içinde zamanı nasıl kullandıklarını sorgulamam. Bazı yöneticilerin ise altında çalışan personelin programını da yönetmeye çalıştıklarına şahit oluyorum. Bence yanlış bir şey. Bu arada, kendi ajandasıyla birlikte üstünün ajandasını da iyi yöneten personelin başarılı olduğunu zannediyorum. İş planının önemi de hiç yadsınmamalı. Bizim bir yıllık ve beş yıllık iş planlarımız vardır. Beş yıl içinde ne yapılacağı içselleştirildiğinde günlük işlerde çok daha doğru kararlar verilebilir. Geçmişi iyi analiz edip geleceği planlamak rahat ve doğru gündelik kararları almayı kolaylaştırıyor...” Hayalim ikiz çocuktu... “1992 yılında tanıştığım eşimle (Aysun Türker, Jeoloji Müh.) 2000 yılında evlendim. On yaşında, Kuzey ve Deniz isimli ikiz oğullarım var. Hayatım boyunca ikiz çocuklarım olmasını isterdim. İlk yıllar zor geçmesine rağmen bu hayalimin gerçekleşmesinden de son derece memnunum. Çocukların doğumu bizim için ayrı bir hikayeydi... Erken doğum riski olduğundan eşim üç ay boyunca şirketimizin yanındaki hastanede kalıyordu. Ben de işten sonra hastane odasına gidiyor, geceyi orada geçiriyor, sabah da işe geliyordum. Arada sırada eve uğruyordum...” En büyük zevkim statta maç izlemek “En büyük zevklerimden biri, kongre üyesi de olduğum Beşiktaş maçlarının olduğu günler, arkadaşlarla yemeğin ardından statta maç izlemek. 2002 yılından bu yana düzenli olarak maç öncesinde buluştuğumuz ve maça birlikte gittiğimiz, çekirdek altı yedi kişi olsa da, sayısı zaman zaman yirmiyi bulan bir arkadaş grubum var. Fırsat buldukça deplasmana da gidiyoruz. İş haricinde tamamen deşarj olduğum bir etkinlik benim için. Oğullarım da Beşiktaşlı oldular. Bu sene sözümü tutarak Vodafone Arena’nın açılış maçına birlikte gittik. Seyahati de çok severim. Arkadaşlarımızla son üç senedir otomobille Yunanistan’a gidiyoruz. Farklı rotaları takip ediyoruz...” ODE’den emekli olacağım diye düşünmüyorum “21 senedir ODE’de çalışıyorum. Bu süreçte ODE hep ileriye gitti. İyi-kötü, az-çok benim de bir payımın olduğunu bilmek bana ciddi motivasyon kazandırıyor. Başarıda ekibin bir parçası olmaktan son derece memnunum. Ama başarısızlık yaşanır ve bu benden kaynaklı olur ya da yeni reorganizasyonda bana ihtiyaç duyulmazsa bunu da anlayışla karşılarım. 21 yıl boyunca hiç ODE’den emekli olacağım diye düşünmedim. Şu anda 5 yıllık iş planımızı yaptık. Membran yatırımımız, kauçuk yatırımımız devreye girsin, hedeflediğimiz rakamlara ulaşalım, beş yıl sonraki oluşan ortamda, bir sonraki yapılan beş yıllık plan içinde umarım kendimi görebilirim. Fakat daha önümüzde bu beş yıllık plan kapsamında yürüyen ve başarmamız gereken şeyler var. Bu başarı umarım devam eder”. İlginizi çekebilir... Atalay Özdayı; "2025 Yılında da Çift Haneli Pazar Büyümesi Hedefliyoruz"Yalıtım dergimizin 2025 yılı ilk sayısında röportaj sorularımızı yanıtlayan Baumit Türkiye CEO'su Atalay Özdayı firması hakkında bilgiler verdi. G... Ali Murat Ekin; ''Yapı kimyasalları inÅŸaatların görünmez yüzü, binaların gizli kahramanlarıdır.'2001 yılında yapı kimyasalları üretimine baÅŸlayan FİXA bugün İstanbul, Adana ve Ankara'daki 4 fabrikasında su yalıtım malzemeleri, beton katkıları... Murat Savcı; 'Bu sene, yenilikçilik vizyonumuzun sonucu 3 ayrı ödüle layık görülmek bizleri gururlandırmıştır'Yalıtım Sektörü BaÅŸarı Ödülleri 2024'te İzocam, Optima Smart ürünü ile 'Yılın Ses Yalıtımı Ürünü' ödülünü ve İzocam Genel Direktörü Murat ... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.