E-Dergi Oku 
ROKA YALITIM
BOSTİK

Sürdürülebilir Kalkınma ve Isı Yalıtımı

Sürdürülebilir Kalkınma ve Isı Yalıtımı

24 Eylül 2013 | KONUK YAZAR
114. Sayı (Eylül 2013)

Selda Evrimler İnşaat Yüksek Mühendisi Grofen Proje ve Teknik Pazarlama Müdürü
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşmenin hız kazanmasıyla birlikte, mal ve hizmet üretimi bir kalkınma göstergesi olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu dönemde ekonomik büyüme, kalkınmanın hızlandırılması, işsizliğin önüne geçilmesi, enflasyonun kontrolü gibi kısa vadeli politik hareketlere öncelik verilmiştir. Ancak artan dünya nüfusu, ihtiyaçları ve  küreselleşme, doğal kaynaklar üstündeki baskıyı günden güne daha da artırmaya başlamış, doğanın “taşıma kapasitesi” sınırlara dayanmış ve hatta aşılmıştır. Bütün bunlar gerçekleşirken kalkınma ekonomisine yönelik eleştiriler artmaya başlamış, küresel boyuttaki zenginliğin ve üretim-tüketim faaliyetlerinin devamlılığının sorgulanması gerektiği düşüncesi doğmuştur. Böylelikle toplumların gelişiminin devamlılığının sağlanmasında yalnızca ekonomik açıdan değerlendirilme yapılması yerine ekonomik, sosyal ve çevresel unsurları birarada barındıran daha kapsamlı bir değerlendirmeye gidilmesi gerektiği anlaşılmış ve kalkınmanın sürdürülebilirliği tartışılmaya başlanmıştır.
Sürdürülebilir Kalkınma
Sürdürülebilir Kalkınma (sustainable development), Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde, “çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığa yol açamayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da göz önünde bulundurularak kullanılması ilkesinden özveride bulunmaksızın, ekonomik gelişmenin sağlanmasını amaçlayan çevreci dünya görüşü” biçiminde açıklanmaktadır.
1983 yılında kurulan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (World Commission for Environment and Development) Başkanı Brundlant’a göre, “Kalkınma olgusunu yoksul ülkelerin var olmak amacıyla gerçekleştirdiği ekonomik faaliyetler ile sınırlamak yanlıştır. Çevre dediğimiz yer, hepimizin içinde yaşadığı yerdir, kalkınma da o yerde durumumuzu iyileştirmek için yaptığımız faaliyetlerin tümü sonucu gerçekleşir.”

Şekil 1
Sürdürülebilir Kalkınma kavramının tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaya başlaması 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” adlı raporla gerçekleşmiştir. Brundlant Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” adlı raporda Sürdürülebilir Kalkınma şu şekilde tanımlanmaktadır: Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yetenek ve olanaklarını kısıtlamaksızın, bugünkü ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bu tanım dikkate alınarak sürdürülebilir kalkınma üç daire modeli ile şekillendirilmektedir (Şekil 1). Üç daire modeli, sürdürülebilirlik için ekonomik, sosyal ve çevresel anlamda eş zamanlı ve eşit kalkınma gerektiğinin bir gösterimidir. Çevrenin bu anlamda sınırlayıcı özelliği bulunmaktadır (Şekil 2). Bu sınır şunu ifade etmektedir: Çevresel açıdan refah olmadıkça toplumsal ve ekonomik açıdan da refahtan söz edilemez.

Şekil 2


Sürdürülebilir Kalkınma Kavramının Tarihsel Gelişimi 
Sürdürülebilir Kalkınma düşüncesinin kavramsallaşması, uzun bir dönemde gerçekleşmiştir. Kavram, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere  birçok uluslararası kuruluşun yapmış olduğu yoğun çalışmalar sonucunda biçimlenmiştir. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren gerek küresel ve gerekse ulusal ve yerel düzeylerde birçok bilimsel araştırma yapılmış ve konferanslar düzenlenmiştir. 
1972 yılında eğitimci, ekonomist, sosyolog, sanayici, ulusal ve uluslararası çalışandan oluşan Roma Kulübü isimli strateji geliştirme merkezi tarafından “Büyümenin Sınırları (The Limits to Growth)” isimli bir rapor yayımlanmıştır. Bu rapora göre dünya önümüzdeki 100 yıl içerisinde büyümenin sınırlarına ulaşmış olacaktır. Nüfus, gıda güvenliği, üretim, çevre kirliliği ve yenilenebilir olmayan doğal kaynakların tüketimi doğal büyümenin önüne geçtiği takdirde dünya, taşıma kapasitesinin çok üstüne çıkacak ve ciddi tehditlerle karşı karşıya kalacaktır. Bu çalışma dünya ekonomisi ile çevrenin aynı paydada buluştuğu ilk küresel adımdır.
Stockholm’de 1972 yılında ilk BM Çevre Konferansı gerçekleştirilmiştir. Bu platformda dünya aynı amaç için ilk kez bir bu denli yaygın bir şekilde biraraya gelmiştir. Çevre sorunlarının küresel oluşu ve sorumluluğun daima ortak olduğu fikrinin benimsendiği konferansta ayrıca ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin artırılmasında kalkınmanın rolü ve çevreyi koruma faaliyetlerinin kalkınma önünde bir engel olmadığı üzerinde durulmuştur. 
1983 yılında dönemin Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland başkanlığında kurulan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED),  geleceğe yönelmek ve gelecekteki kuşakların çıkarlarını güvence altına almak görevini üstlenmiştir. Bu amaçla, 1987 yılında pek çok ülkeden temsilcilerden oluşan bir grup tarafından “Ortak Geleceğimiz (Our Common Future)” isimli rapor hazırlanmıştır. Bu rapora  göre sürdürülebilir kalkınmanın üç içeriği vardır; 
• Mevcut büyümenin sürdürülemezliği 
• Bugünün ihtiyaçlarının karşılanması
• Gelecek nesillerin yaşam kalitesinin ve refahının güvence altına alınmasıdır.
Stockholm Konferansı ve Ortak Geleceğimiz Raporu içeriğinde uygulamaya ilişkin çalışmalar daha çok sınırlı ve teoriktir. Ancak bu çalışmalar 1992’de Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED)’na bir temel oluşturmuştur. Rio Konferansı, 178 ülke ile uluslararası alanda en fazla katılımın gerçekleştiği bir Dünya Zirvesi’dir.  Zirvede İklim değişikliği, ormansızlaşma, biyolojik çeşitliliğin ve denizlerin korunması, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi gibi önlem alınması gereken ekonomik ve sosyal sorunlar ile izlenecek politikalar ve kalkınmanın çevre üzerindeki baskısı, gelişmekte olan ülkelerin yoksulluk ve gelişmişlik düzeyleri, üretim-tüketim alışkanlıkları ve uluslararası ekonominin etkileri üzerine tartışmalar yürütülmüştür. Konferansta oluşturulan temel belgelerden biri de “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”dir.  
1994 yılında yürürlüğe giren BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)’nin temel amacı karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazı emisyonlarının azaltılması, atmosferdeki sera gazı birikimlerini iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde tutulması, az gelişmiş ülkelere bu yönde kaynak ve teknoloji transferi sağlanmasıdır. Sözleşme dahilinde Ek-I ülkeleri için 2000 yılına kadar sera gazı salımlarının 1990 yılı düzeyine indirilmesi hedeflenmiştir. Ancak bu hedef daha çok iyi niyet düzeyinde olup, yaptırım gücü zayıftır.
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin  yürürlüğe girmesinden üç yıl sonra 1997 yılında BM’nin Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlediği toplantıda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içerisinde katılımcı hükümetler tarafından “Kyoto Protokolü” imzalanmıştır. Protokol, şimdiye değin imzalanmış en geniş kapsamlı çevre işbirliği anlaşması olup, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin sera gazı emisyonlarının azaltılmasına veya sınırlandırılmasına yönelik hukuki açıdan bağlayıcı belgesidir. Protokolün Ek-B listesinde yer alan ülkelerin toplam sera gazı emisyonlarını 2008-2012 döneminde, 1990 yılı  seviyesinin ortalama en az %5 altına indirmesini taahhüt etme zorunluluğu bulunmaktadır. Türkiye, 26 Ağustos 2009 tarihi itibariyle Kyoto Protokolü’ne resmen taraf olmuş, Protokol kabul edildiğinde Sözleşmeye taraf olmadığı için Protokolün EK-B listesinde yer almamıştır.  Bu nedenle Türkiye’nin ilk yükümlülük döneminde (2008-2012) sayısallaştırılmış sera gazı emisyon azaltım veya sınırlama yükümlülüğü yoktur.  2012 sonrası uluslararası iklim rejimine yönelik müzakereler devam etmektedir.
Sürdürülebilir Kalkınma ve Isı Yalıtımının Önemi  
Sürdürülebilir kalkınmanın teknolojik açıdan amaç ve hedefleri, ekosistemi kirletmeyen, doğal kaynakların kullanımını en aza indiren, daha verimli ve temiz teknolojilerle mevcutların değiştirilmesi, küresel karbondioksit (CO2) salımının sınırlandırılması amacıyla karbon emisyonunun azaltılması ve diğer sera gazlarının atmosferik seviyelerinin kısa süre içinde kararlı hale getirilmesi, zamanla fosil yakıt kullanımının azaltılarak enerji kaynaklarının sürdürülebilir hale getirilmesi, alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi, ozon tabakasının korunması amacıyla kloroflorokarbonların (CFC) kullanımının hızla terk edilmesi, doğal sistemlerin desteklenmesi, geleneksel ve kirletici ihtiva eden teknolojilerin kullanımının terk edilmesi, geri dönüşüme önem verilmesi ve toplu taşıma sistemlerinin geliştirilmesidir.
 Kömür, doğalgaz ve fuel oil gibi fosil yakıtların kullanımının artması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazlarının atmosferdeki yığılması artış göstermiştir. Bilimadamlarına göre bu artış küresel ısınmaya sebep olmaktadır. Dünyanın dengeli bir biçimde üzerindeki yaşamı koruması ve sürdürmesi için atmosferdeki CO2 miktarının belirli bir seviyeye düşürülmesi hedeflenmektedir. 
AB Konseyi 2007 yılında bu konuya yönelik olarak 2020 yılı için 3 hedef belirlemiştir. 
• Sera etkisi yaratan CO2 salımı 1990 yılı seviyesine  göre en az %20 oranında azaltılacak 
• Toplam enerji tüketiminin %20’si yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanacak
• Enerji verimliliği %20 artırılarak, enerji kullanımı %20 azaltılacak 
Dünya enerji tüketiminin %40’ı binalarda tüketilmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde, binalardaki enerji tüketiminin %70’i ısıtma ve soğutma amaçlıdır. 
Binaların daha az yakıtla ısıtılması durumunda açığa çıkan sera gazları da azalacaktır. Isınma amacıyla tüketilen yakıtın azalması için binalara yapılacak yalıtım uygulaması ile ortalama yüzde 50 enerji tasarrufu sağlanabileceği saptanmıştır. Buna bağlı olarak açığa çıkan sera gazlarının da yaklaşık yüzde 50 oranında azalacağı belirlenmiştir. 
Bu nedenle, sürdürülebilir bir gelecek için binalarda yapılabilecek en önemli uygulamalardan biri ısı yalıtımıdır. 
Kaynaklar:
1. Sürdürülebilir Gelişme Sürecinin Tarihsel Arka Planı, Yrd. Doç.Dr. Recep Bozlağan Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksekokulu 
2. Sürdürülebilir Kalkınma, Arzu Özyol HYDRA Uluslararası Proje ve Danışmanlık 
3. Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre, Ceren Aksu, Güney Ege Kalkınma Ajansı 
4. İklim Değişikliği Politikaları ve Düşük Karbon Ekonomisi, Prof.Dr. Hasan Sarıkaya, T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı. 
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

Global Bitümlü Membran Pazarı Büyümesini Sürdürüyor

Chemical Research'te yayınlanan araştırmaya göre bitümlü membran pazarının 2029 yılında 3 milyar dolara yaklaşması bekleniyor....
22 Ağustos 2024

Su Yalıtımı, Depreme Karşı En Basit, En Ekonomik, En Temel Güvencedir

Güvenli yapılar oluşturmada ve depreme karşı korunmada su yalıtımı-deprem ilişkisi önemlidir. Su yalıtımı her şeyden önce yapısal bütünlüğü sağlamada ...
20 Mayıs 2024

Ülkemizde Deprem Gerçeği ve Güvenli Yapılar

Binalar tasarım aşamasından itibaren, kullanım amacına uygun, can ve mal güvenliğini koruyacak şekilde, bulunduğu iklim ve doğa şartlarında güvenli ve...
11 Mart 2024

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • Doğalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeşilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü Kataloğu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü Kataloğu
  • Yalıtım Sektörü Kataloğu
  • Su ve Çevre Sektörü Kataloğu

©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.