17 Ağustos 1999 Depremi'nin 14. Yılında Neler Yapıldı, Neler Yapılıyor?
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 14 yıl geçti. 14 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara Bölgesi depremin yıkıcı etkisini yaşadı; binlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, ülke ekonomisi ağır darbe aldı. Açıkçası 1999 depremleri toplumsal psikolojimizi derinden etkiledi. Deprem karşısındaki çaresizlik, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” temennisiyle bir parça hafifletilmek istendi; ancak 2011 Van depremleri, her şeyin eskisi gibi yaşanmaya devam edeceğini gösterdi. Bu nedenle Türkiye, Van depremlerinin moral bozucu etkisini derinden hissetti, gelecek ve güvenli yaşam kaygısı daha da görünür hale geçti. Öncesinde de yıkıcı pek çok deprem yaşanmasına rağmen, 1999 depremleri ülke için bir milat olarak kabul edildi. Nitelikli ve güvenli yapı üretimi, yapı denetimi ve ilgili mevzuat tartışma gündeminin ilk sırasında kendisine yer açtı. Yapı üretim süreci bileşenlerinin görev sorumlulukları, deprem esnasında ve sonrasında nelerin yapılması gerektiğine dair pek çok bilinmez, sorun olarak varlığını hissetti. Deprem gerçeği ve deprem önlemleri bağlamında toplumsal yaşam sorgulandı, yapı güvenliğinin sağlanmasından afet sonrası örgütlenmeye, deprem bilincinin oluşturulmasından mevzuata kadar geniş yelpazeye yayılmış konularda hissedilir kırılmalara neden oldu. Mevcut durumun iç açıcı olmadığı mutabakat noktası olarak kabul gördü. Depremler asli sorunun sağlıksız ve kaçak yapılaşma, mühendislik hizmeti almadan yapı üretilmesi, yapı üretim sürecinin denetlenmemesi olduğunu açığa çıkardı, dolayısıyla da tartışma yapı denetim kavramı üzerine yoğunlaştı. Depremler kader midir? Türkiye bir deprem ülkesidir. Topraklarının ve nüfusunun büyük bir bölümü deprem tehlikesi altındadır. Anadolu coğrafyasında 1900’lü yılların başından günümüze otuza yakın büyük ölçekli deprem meydana gelmiş ve resmi kayıtlara göre 100 bin civarında insan hayatını kaybetmiştir. Türkiye, dünyanın önemli deprem kuşakları üzerindedir. Ülke topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem bölgesinde yer almakta, nüfusu bir milyonun üzerindeki 11 büyük kent, ülke nüfusunun ise yüzde 70’i ve büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesi altında bulunmaktadır. Türkiye gerçeği budur; bütün bir toplumsal yaşamın deprem tehlikesine göre düzenlenmesi ertelenemez bir sorumluluk olarak karşımızda dururken, 17 Ağustos depreminin her yıldönümünde soruna ve alınması gereken önlemlere dikkat çekmek durumunda kalmak bile başlı başına tuhaflığa işaret etmektedir. Bu tuhaflığın sorumluluğu, elbette ne vatandaşlardır ne de meslek odalarıdır. Sorumlular bellidir; deprem yıldönümleri sorumlulara sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmaya neden olmaktadır. Bir doğa olayı olan depremin önüne geçebilmek elbette mümkün değildir. Asıl hedef, doğa olaylarının doğal afete dönüşmesinin önüne geçmek, yer hareketlerine ve zemine uygun yapı üretebilmek, depremi bir risk faktörü olmaktan çıkartmaktır. İnşaat mühendisliği, her zeminde, her şart altında güvenli, sağlıklı, yaşanabilir yapı üretiminin gerçekleşebileceğinin mümkün olduğunu kanıtlayan ve uygulamasını gerçekleştiren bir bilim dalıdır. İnşaat Mühendisleri Odası, bilimsel mesleki bilgi ve gerekliliklere dayanarak, depremin yıkıcı etkisinin ancak bilimsel ölçekte yapılması gereken bir planlama ile olanaklı olacağını; ayrıca yapı üretiminin ve yapı denetiminin nitelikli hale getirilmesi ile azaltılabileceğine sürekli olarak vurgu yapmaktadır. Yapı denetimi ve mesleki denetim Depremler yapı denetiminin önemini görünür kılmış, asıl soruna ve çözüme işaret etmiştir. Yapı denetimi güvenli, sağlıklı, yaşanabilir yapı üretimin olmazsa olmazıdır. Yapı denetiminin sahip olduğu önem, ülkemiz topraklarının değişik düzeylerde depremselliği ile görünür olmaktadır ki, denetim eksikliğinin veya sistemdeki eksikliğin doğurduğu sonuçlar kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Yapı denetimi, yapı üretim sürecinin başat sorunu olarak ülke gündeminde önemli bir yer tutmaktadır. Yapı denetimi ne salt güvenli yapı üretimidir ne de doğal afetlerle sınırlıdır. Yapı denetim süreci; yer seçimi, zemin etüdü, projelendirme, yapım koşulları, çevre güvenliği, estetik, sağlık koşulları, ekonomi ve garanti sürelerini içermektedir. Yapı üretim sürecinin üç temel ayağı bulunmaktadır: Tasarım, uygulama ve denetim. Bu temel özellikler arasında uyumlu ve tamamlayıcı bir ilişkinin tanzim edilmesi ne kadar önemliyse, bütünlüklü bir mevzuat ve eksiksiz bir yapı denetimi de aynı oranda öneme sahiptir. Sürecin bu üç temel ayağının farklı aktörler tarafından yürütülmesi ise sürecin değişmez ilkesel özeliği olarak kabul edilmektedir. Yapı denetimi bugünle ilgili olmaktan daha çok gelecekle ilgilidir. Dolayısıyla yapı denetimi üzerinde yapılan çalışmalara, çıkartılan yasalara, değiştirilen mevzuata geleceğin penceresinden bakmak gerekmektedir; geleceğe dair beklentimizin genel çerçevesi, felsefesi ve ekonomi politiği bugünkü kararların da belirleyicisi olmaktadır. Yapı denetiminin düzenlenmesine ilişkin mevzuat çalışmalarının, konunun içerdiği önem ve hassasiyetten hayli uzak olduğu belirtilmelidir. Hükümetin yapı denetimini adeta bir yap-boz tahtasına çevirdiği bilinmektedir. Kanun ve uygulama yönetmelikleri defalarca değiştirilmiştir. Neredeyse altı ayda bir Yapı Denetimi Kanun Taslağı Tasarısı kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Bu durum konunun ciddiyeti ile bağdaşmamaktadır. Aynı şekilde, meslek odalarının yetkilerini elinden alan düzenlemelerin, yapı denetim sistemini mevcut durumun bile gerisine düşme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. TMMOB ve bağlı Odaları, yapı denetimin önemine işaret etmekle kalmamış, meslektaşlar tarafından gerçekleştirilen mesleki faaliyetlerin de denetlenmesi konusu üzerinde hassasiyetle durmuş, mesleğin gelişmesi, mesleki niteliğin artırılması, meslektaşların belgelendirilmesi doğrultusunda girişimlerde bulunmuştur. İnşaat Mühendisleri Odası tasarımdan uygulamaya kadar yapı üretim sürecinin ve sürecin tüm unsurlarının denetlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği unutulmaktadır Meslek Odaları; toplumsal sorumluluğu gereği mesleki uygulamaların niteliğini yükseltmek amacıyla üyelerinin sicilini tutmakta, üyeler tarafından gerçekleştirilen mesleki faaliyetleri kayıt altında bulundurmakta, bir mühendisin iş yapabilme kapasitesini gözetmekte, yapı üretim sürecinin kanayan yarası olarak kabul edilen “imzacılığın” önüne geçmeye, üyelerinin ayıplı, kusurlu iş yapmasını önlemeye çalışmakta, bu üyeleri soruşturmakta, yaptırım uygulamakta, sahte mühendisliğin önüne geçmek amacıyla YÖK dahil kamu idaresi ve talep durumunda iş sahipleri ile ilişkiye geçmektedir. Hal böyleyken, Hükümet, 636 ve 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Meslek Odalarının görev ve sorumluluğu altında bulunan işlerin tamamını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’ne devretti. Aynı şekilde, 3 Nisan 2012 ve 14 Nisan 2012 tarihlerinde, Planlı Tip İmar Yönetmeliği ile Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği’nde gerçekleştirilen değişikliklerle, Meslek Odalarının mesleki denetim yapması engellendi; meslektaşların Meslek Odalarından Sicil Durum Belgesi alma zorunluluğu ortadan kaldırıldı. 9 Temmuz 2013 tarihinde 3194 İmar Kanunu’nun 8. Maddesinde yapılan değişiklikle de Meslek Odalarının kamu adına denetim yapma yetkisi elinden alındı. Mevzuat değişiklikleri neticesinde denetim sisteminde oluşacak yeni sorunların önü açıldı. Sahte mühendisler ile değişik nedenlerle mesleki faaliyette bulunmaya yetkili ve yeterli olmayanların önü açıldı. Örneğin 2011 ile 2013 yılları arasında Odamıza ulaşan yapı ruhsatı bilgileri ile Oda kayıtlarının karşılaştırmalı incelenmesinde kaygı verici sonuçlara ulaşılmıştır. 1226 yapı ruhsatından, 352’sinin incelenmesi tamamlanmış, bunlardan 265’inin sorunlu olduğu tespit edilmiştir. Bir başka ifadeyle; binaların yüzde yetmişi mevzuata aykırı inşa edilmiştir. Açıkçası, bu binalarda yaşayan insanlarımız hayati tehlike altındadır. İncelemenin ayrıntılı sonuçlarına ulaşıldığında, kaç tane yapının sahte mühendisler vasıtasıyla üretildiği, kaç tanesinde mühendisin sadece “imzacı” olarak yer aldığı da ortaya çıkacaktır ki, bu durumun vahametini tüm çıplaklığı ile göz önüne serecektir. Bu vahim tablonun sorumlusu bellidir. Bu veriler, meslek odaları ile mühendisler arasındaki bağın kesilmesinin kaçınılmaz sonucudur. Yapı denetimini yeterince önemsemeyen, imar mevzuatında değişikliklere giderek meslek odalarının yetkilerini kısıtlayan, üye-meslek odası ilişkisinin zayıflamasına yol açan, meslek odalarının üyelerini denetlemesinin engelleyen anlayış, yapı üretimini nitelikli ve sağlıklı olmaktan daha da uzaklaştırmış, yapı denetiminde zafiyete yol açacak şekilde keşmekeşe sebebiyet vermiştir. Hükümetin meslek odalarıyla ilgili yaklaşımı kamuoyunun bilgileri dahilindedir; meslek odalarından duyulan rahatsızlık yeni değildir. Ancak, meslek odalarının güçsüzleştirilmesi pahasına “güçsüz” yapıların ortaya çıkmasına neden olmanın da anlaşılabilir, kabul edilebilir bir tarafını bulmak aynı derecede zordur. Meslek odalarını sürecin dışına itmenin, mesleki faaliyetlerin ve yapı üretim sürecinin denetiminde yeni sorunlara yol açacak yanlış kararlara imza atmanın bedelini ne yazık ki ülkemiz, toplumumuz ödeyecektir. Anlaşılan o ki siyasi erk, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu unutmakta, deprem önlemlerinin başında işlevsel, uygulanabilir bir denetim mekanizması geldiği gerçeğini yok saymaktadır. İMO olarak, yapı denetiminin gerekliliğine, mesleki çalışma esaslarının, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olması gerçeğinden hareketle tanzim edilmesi gerektiğini düşünüyor, bütün bu değişikliklerin, güvenli ve sağlıklı yapı üretimini sağlayamayan bir ülke için ne anlama geldiğini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Deprem tehlikesi nedeniyle kentsel dönüşüm meşrulaştırılmaktadır Ülkemizde yapı stokunun hali içler acısıdır; yapı stoku tehlikenin boyutunu gözler önüne sermektedir. Ülkemizde yaklaşık yirmi milyon yapı bulunmakta, ancak stokun ayrıntılı bir envanteri çıkarılmadığı için depremde bir bütün olarak nasıl bir davranış sergileyeceği bilinmemektedir. Bilinen, mevcut binaların % 67`sinin ruhsatsız, % 60’ının 20 yaşından büyük olduğudur. Bu veriler, kentsel dönüşüm projelerinin kamuoyu özelindeki meşruluğunu ve kabul edilebilirliğini sağlamış, uygulama başlamıştır. Uzun yıllar deprem önlemleri adı altında herhangi bir girişimde bulunmayan, adeta insanları kaderleriyle baş başa bırakan siyasi iktidar, kentsel dönüşüm projelerini tek çözüm yolu olarak gündemine almıştır. Depreme karşı kentlerimizi, binalarımızı hazır hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm projelerinin bu amaca ne kadar hizmet edeceği tam bir muammaya işaret etmektedir. Beraberinde, büyük tehlike oluşturan kamu binalarının geleceği belirsizliğini korumaktadır. Kurumlar arasındaki koordinasyonsuzluk bizleri kaygılandırmaktadır. Açıkçası sorumluluk hangi kurumdadır ve sorumluluk hangi düzeyde yerine getirilmiştir, belli değildir. Örneğin kamu kurumlarına bağlı okulların, yurtların, kreşlerin, hastanelerin tam sayısı, kaç tanesinin yıkılıp yeniden yapılması, kaçının güçlendirilmesi gerektiği, kaçının projelendirildiği, kaç işin bitirildiğine ilişkin bilgilere ulaşmak mümkün olmamaktadır. Buradan bir kez daha sormak istiyoruz: Okullar, yurtlar, kreşler, hastaneler ve benzeri kamu binalarının durumu nedir? Kaç binanın güçlendirilmesi, kaç binanın yıkılıp yapılması gerekmektedir? Şimdiye kadar kaç binada bu işlemler gerçekleştirilmiştir? Bu yıl da çocuklarımız, kendileri açısından hayati tehlike içeren binalarda mı eğitim görecektir? Sormak istiyoruz: Kentsel dönüşüm projeleri neden kentsel rantın en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır. Önemsenen sadece insan hayatı, insanın yaşanabilir konutlarda yaşaması değil midir? Riskli bölgeler ya da yapılar neden tek taraflı bir irade ile sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından belirlenmektedir? Kentsel dönüşüm uygulamalarının yol açtığı mağduriyetler, hak kayıpları neden önemsenmemekte, bu soruna çözüm bulunamamaktadır. Boşaltılacak riskli alanlarda yaşayanların yerleşmesi için hazırlanan rezerv alanlar neden sermaye gruplarının yatırım yapmasına açık hale getirilmiştir? Sormak istiyoruz: Kentsel dönüşüm kapsamında, sermaye gruplarının rant elde etmesine uygun projeler mevcut mudur? Kentsel dönüşüm projelerini üstlenen ya da işveren pozisyonunda bulunan TOKİ için sadece kurum içi denetim kanallarının açık tutulması, yapıların güvenirliği noktasında soru işaretleri yaratmaktadır. Yapı üretim sürecinin en büyük sorunu yapı denetim sisteminin kurulamamış ya da yeterince uygulanamıyor olmasıdır. Bu gerçeğe rağmen, kamu olanaklarıyla devasa şirketler haline gelen ve büyük ölçekli iş yapan/yaptıran, yüz binlerce konut üreten TOKİ, KİPTAŞ gibi kuruluşların denetim sisteminin dışında tutulmasını kabul etmek mümkün görünmemektedir. Nitelikli, sağlıklı, güvenli yapı üretimine duyulan ihtiyaç nedeniyle meşruluğu sağlanan kentsel dönüşüm projelerinin kamu idaresi tarafından denetlenememesi, üretilen yapıların ne kadar güvenli olduğu noktasında kaygı uyandırmaktadır. Meslek Odaları, insan odaklı projeler konusunda ısrarcıdır Bugün ülkemizde; Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında, kentsel değerler, kentlilerin ortak kullanım alanları, kent merkezinde bulunan yüksek rant sağlayacak alanlar, kıyılar, meralar, kışlaklar, sit alanları, tarihi kaleler, tersaneler, benzeri tüm varlıklar sermaye gruplarının kullanımına açılmaktadır. Teknik, bilimsel ve mesleki gereklilikler kâr hırsı nedeniyle göz ardı edilmektedir. Kamu idaresinin tasarruflarına karşı kamusal ve yargısal denetim askıya alınmaktadır. Meslek odaları ve yerel yönetimlerin yetkileri kısıtlanmakta, meslek odalarının kamu adına yaptığı denetim ortadan kaldırılmaktadır. Meslek odaları üyelerinin mesleki faaliyetlerini denetleyemeyecek ve dolayısıyla vatandaşları bilgilendiremeyecek pozisyonda bırakılmaktadır. Güvenli yapı üretiminin olmazsa olmazı sayılan yapı denetimini sorunlu yapacak mevzuat değişiklikleri yapılmaktadır. Rant odaklı projeler ve vatandaşı müşteri gibi gören yaklaşım, insan odaklı projeler ve sosyal devlet uygulamalarına tercih edilmektedir. Toplumsal hayat insani ihtiyaçların karşılanması, temel hak ve özgürlüklere devlet güvencesi sağlanması temelinde değil de, kar hırsı esasına göre düzenlenmektedir. Anayasa’nın 135. maddesine göre kurulmuş, toplumsal yarar ilkesinden ayrılmayan, mesleki alanlarına giren konularda kamu adına siyasi iktidarların uygulamalarını denetleyen meslek odaları bütün bunlara itiraz etmekte, Türkiye’nin deprem gerçeği ile yüzleşmesi, deprem önlemlerine öncelik verilmesi, kamu dâhil bütün inşaatların denetime tabi tutulması, kâr ve para hırsının değil insani ihtiyaçların belirleyici olması gerektiğini düşünmekte ve bunun için çalışmaktadır. Meslek odalarının yetkilerinin elinden alınması, mesleki denetimin devre dışı bırakılması, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini görmemektir. Bugün siyasi iktidar, göz göre göre yapı denetimini sorunlu hale getirmektedir. Eğer bunun önüne geçilemezse, ne vatandaşlarımızın deprem tehlikesine karşı aldığı sınırlı önlemler tehlikeyi giderecek, ne de meslek odalarının mesleki denetim yapma noktasında sergilediği ısrarcı tutum sonucu değiştirecektir. Türkiye adım adım “büyük trajediye” yaklaşırken, siyasi iktidar ne yazık ki büyük rant açığa çıkaracak projeler peşindedir. İnşaat Mühendisleri Odası ve Şubeleri, 17 Ağustos 1999 depreminin yıldönümünde, “unutuşun ve ölümün kolay ülkesi” olmaktan hızla uzaklaşıp, yaşamın ve insan hayatının savunulduğu bir ülke yaratılması çağrısında bulunmaktadır. İnşaat Mühendisleri Odası ve şubelerimiz, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin yıldönümünde çeşitli eylem ve etkinlikler düzenleyerek, bir yandan siyasi erkin sorumluluğunu hatırlatacak, diğer yandan deprem sırasında ve sonrasında neler yapabileceğiyle ilgili halkımıza doğru ve bilimsel bilgiler aktaracaktır. 17 Ağustos Depremi’nin 14. yılı nedeniyle hazırlanan broşürler ve fotoğraflar bütün Şube ve Temsilciliklerimizde halkımızın bilgisine sunulacaktır. İlginizi çekebilir... Global Bitümlü Membran Pazarı Büyümesini SürdürüyorChemical Research'te yayınlanan araştırmaya göre bitümlü membran pazarının 2029 yılında 3 milyar dolara yaklaşması bekleniyor.... Su Yalıtımı, Depreme Karşı En Basit, En Ekonomik, En Temel GüvencedirGüvenli yapılar oluşturmada ve depreme karşı korunmada su yalıtımı-deprem ilişkisi önemlidir. Su yalıtımı her şeyden önce yapısal bütünlüğü sağlamada ... Ülkemizde Deprem Gerçeği ve Güvenli YapılarBinalar tasarım aşamasından itibaren, kullanım amacına uygun, can ve mal güvenliğini koruyacak şekilde, bulunduğu iklim ve doğa şartlarında güvenli ve... |
||||
©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.