Yalıtım Sektörü Kârsızlığı Nasıl Yenecek?
Geçen yazımda kısaca inşaat sektörü ve yalıtım sektörünün geleceğinden umutlu olduğumu belirtmiştim. Bunu belirtirken inşaat sektörünün milli gelirden aldığı payla ilgili olarak geçmiş yıllara dayanan bir analiz yaparak, henüz potansiyeli olduğundan bahsetmiştim. Aynı zamanda dış ticaret dengesi ve diğer hususlardan dolayı kısa vadeli riskler ve krizden duyduğum endişeyi de sebepleriyle ortaya koymuştum. Bugünlerde krizin ayak sesleri daha da yakınlaştı. Büyük küçük bütün firmaların gerekli önlemleri alması gerekiyor. Nasıl fırtına öncesi hava kararır, bulutlar artar, ısı düşerse, şu an yaşadığımız da aynısıdır. Bu işaretleri dikkate almayan şirketler maalesef sonuçlarına da katlanırlar. Düşük kar marjları ile çalışmak günü kurtarır; ama sürdürülebilirliği yoktur. Çünkü gerekli karı yapamayan şirketler nakit akışında sıkıntı yaşarlar. Kar çok kabaca, satış fiyatından bütün girdi ve masrafları çıkardıktan sonra geriye kalan tutardır. Gene çok kabaca kârı artırmanın yolları ya satış fiyatını artırmak ya da ilgili girdi ve masrafları düşürmektir. Rekabetin iyice kızıştığı günümüzde satış fiyatını artırmak çok zor olduğu için, buna alternatif olarak bütün girdi ve masraf kalemlerinin aşağıya çekilmesi çok daha basit ve düz mantıktır. Yalıtım sektörü özeline gelindiğinde, son dönemde hızlı büyümeler ve her sene artan satış rakamları geçen yazımda da dikkati çektiğim üzere sektör içi ve dışı bir çok firmanın ilgisini çekmiş ve pazarın büyümesinin üstünde üretim tesisleri kurulmuştur. Bugünlerde talebin de yavaşlaması ile maalesef bu yüksek üretim miktarları satışa dönüşmediğinden sonuç olarak fiyat düşmektedir. Isı ve su yalıtımı gibi genel kalemlere baktığımızda kapasite kullanım oranları ancak fiyat düşüşü ile geçen sene ile aynı kalabilmiştir. Bu da ancak ilk 6 ayı kurtarabilmiştir. Fiyatlar dramatik düştüğü için, şirketler daha fazla fiyat düşürememektedir. Gelinen noktada hem satışlar az hem de fiyat düşük olduğundan yapılan iş de karsız noktadadır. Kontrolsüz kapasite artışı ile ilgili olarak devlet, denetçilik görevini tam olarak yapmamaktadır. Bu yüzden zaten az olan ülke kaynakları heba olmaktadır. Türkiye gibi henüz sermaye birikimini tamamlamamış, zaten kıt kanaat az sermaye ile iş yapılan ülkelerde bir yatırım yapılırken mutlaka devletin de bu konuya müdahil olarak gereksiz kapasite artışına müsaade etmemesi gerekir. Bu bir anlamda tüketiciyi korumak gibi düşünülse de aslında yanlıştır. Çünkü geri dönüşü olmayan bir yatırımın faturasını millet olarak hepimiz ödüyoruz. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yatırımcının ve üreticinin önünün açılması gerekmektedir. Olaya kendi içimizde bir rekabet değil de, ülkeler arasında bir rekabet diye bakarsak, Türkiye?de A tipi bir ürünü üreten üretici, bir sürü yanlış yatırımcı ile mücadele ederken battığı gibi ülkenin de birikmiş sermayesi kaybolup gitmektedir. Diğer bir ülkede A tipi üreten bir üretici kara geçmekte, tesisini büyüterek avantaj sağlamakta ve artan hacimle düşen maliyetleriyle birlikte orta vadede belki de gelip bizim ülkemizde batan A tipi üreticiye aynı ürünü satabilecek ya da onu satın alabilecek konuma gelebilecektir. Son dönemde hemen hemen bütün sanayi ve iş kollarında şirketlerin yavaş yavaş yabancı sermayeye devredilmesinin arkasında yatan sebep budur. Maalesef ülke olarak önce birbirimizin ayağına çelme takmaya çalışmakta, olayı hiç bir zaman global boyutta görmemekteyiz. Amerika?da başlayıp, diğer ülkelere doğru yayılan kriz her ne kadar önlenmeye çalışılsa da bütün dünyada tüketicilerin sisteme olan güveni sarsılmış ve azalmıştır. Bu da tüketicilerin harcamalarını kısacağı anlamına gelir. Türkiye?de de böyle olmaktadır. İnsanlar kriz tehdidi ile birlikte harcamalarını azaltma eğilimindedirler. Bu durumda her ne kadar bankaların sermaye oranı ve yapıları güçlü, devletin Bu kriz iki türlü olacaktır. Birincisinde düşen fiyat ve satış hacimleri ile kar elde edemeyen şirketler başka hiç bir sorunları olmasa da eleman çıkarılması gibi maliyet düşürücü unsurlara yöneleceklerdir. Bu da ortamdaki negativiteyi artıracaktır. İkincisinde ise son 4-5 yıllık çok iyimser ortamı referans alarak zaten az olan sermayeleri ile ileride gelecek olan gelirlerine bel bağlayarak yatırıma giren şirketler nakit akışında dönemeyeceklerdir. Yalıtım sektörü açısından bakıldığında, hem üreticisi hem de bayisi anlamında daha çok nakit akışı problemi dediğimiz bu ikinci türden problemlerin şu anda sıkça yaşanmakta olduğunu görüyorum. Bu ikinci problemin bankaları etkileyemeyeceği söylemi ise maalesef koca bir yalandır. Dolayısıyla kriz şu an için Türk bankalarını etkilemiyor gibi görünse de ya da birileri çıkıp "bankaları etkilemeyecek" gibi demeçler verse de eninde sonunda Türk bankalarına ödenmeyen krediler yüzünden bir fatura çıkacaktır. Peki yazımın başlığı olan "yalıtım sektörü karsızlığı nasıl yenecek" sorusunun cevabı nedir? Bu tip konularda benim her zaman klasik cevabım, ortada bir problem varsa sebep ve sonuçlarının iyi tespit edilerek, bu problemin niye oluştuğu anlaşıldıktan sonra, bu sebebin ortadan kaldırılması gerektiğidir. Fakat Türk insanı olarak genelde çok zeki olmamıza rağmen hatayı kendimizde değil de hep başkalarında arama güdüsü ile genelde bu sebepleri yanlış tespit ederiz. Kaybettiğimiz bir maçtan sonra oyucularda hatayı arayıp, antrenmanları artırmak yerine hep hakemden yakınırız. Dolayısıyla bu krizde de kendimizde hiç bir hata olmadığını, bütün suçun Amerika'da olduğu gibi bir yanlışa düşmeden dürüstçe sistemlerimizi gözden geçirmeliyiz. Yalıtımda karsızlığın çözümü ile ilgili atılması gereken adımlar bence aşağıdaki şekildedir: * Sektör oyuncularının gerçek anlamda bir araya gelerek, orta ve uzun vadeli planlar yapması * Kalitesiz imalat ve haksız rekabetin önlenmesi * Fiyattan çok hizmet ve markalaşma alanında yatırımlar yapılması * Şirket yapılarının daha dinamik, daha verimli hale getirilmesi * Yalıtım teşvikleri için enerjinin çok pahalı ve ithal olması gerçeğine vurgu yaparak devlet düzeyinde yapılan lobi çalışmalarının bugünlerde daha da artırılması. Bunun yalıtım sektörü yanında ülke bütçesine getireceği katkılardan dolayı gerçekten devlete ve millete de faydası olacaktır * Yeni yatırım planlarının daha gerçekçi tahminlerle yapılması * Varsa ihracat olanaklarının * Kısa dönemde nakit akışı ile ilgili ciddi bir sorun olacağını göz önüne alarak sermaye yeterliliğinin gözden geçirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması Her şeye rağmen orta vadede Türkiye, her türlü krizi aşacak ve büyüyecek dinamiklere sahip büyük ve güçlü bir ülkedir. Buna olan güvenimin tam olduğunu hatırlattıktan sonra, önümüzdeki kısa dönemde dikkatli olunması mesajımı tekrarlıyorum.
ALPER DOĞRUER İlginizi çekebilir... Su Yalıtımı Deprem Güvenliği İlişkisiYapılarımızı suyun zararlı etkilerine karşı koruyan uygulamalar su yalıtımının en basit ifadesidir. Diğer taraftan hem basit olması hem de daha anlaşı... Global Bitümlü Membran Pazarı Büyümesini SürdürüyorChemical Research'te yayınlanan araştırmaya göre bitümlü membran pazarının 2029 yılında 3 milyar dolara yaklaşması bekleniyor.... Su Yalıtımı, Depreme Karşı En Basit, En Ekonomik, En Temel GüvencedirGüvenli yapılar oluşturmada ve depreme karşı korunmada su yalıtımı-deprem ilişkisi önemlidir. Su yalıtımı her şeyden önce yapısal bütünlüğü sağlamada ... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.