portre/röportaj ması amaçlanıyordu. Evimize gece yanları bir takım insanlar gelir, bir şeyler tartışırlardı. Sonradan idrak edebildim ki TBMMile ilgili çalışmaların altyapısı hazırlanıyormuş. 1924 senesinde Sivas'a taşındık. Okula ise Kayseri'de başladım. Beş yaşındaydım ve taşıdığım çanta yere değerdi. Falakanın duvarda asılı olduğu bir okuldu. Sınıflarda çok büyük ve yaşlı insanlar da eğitim görürlerdi. Cumhuriyetin onuncu kuruluş yıldönümünün kutlandığı gün çok büyük bir heyecan duymuştuk. Biz Onuncu Yıl Marşı'nı onuncu yılda okuduk. Bir Onuncu Yıl Marşı var; fakat neden Ellinci Yıl Marşı ya da bir Yetmiş Beşinci Yıl Marşı yok?.. Çünkü şimdi öyle bir Türkiye yok. Ülkede şair mi kalmadı, bestekar mı yok? Bugün hala 10. Yıl Marşı'nı söylüyoruz ve o günkü Türkiye'nin özlemini duyuyoruz. Türkiye o çizgiyi sürdürebilseydi bugün çok farklı bir noktada olurdu. O heyecanı gördükten sonra bugünleri yaşamak çok zor geliyor. Güney Kıbrıs'ın başkanı geliyor bize kafa tutuyor. Mümkün müydü o zamanki Türkiye olsaydı böyle bir şey? .. Babam 1925'te Sivas'ta Türk Ocağı'nın kuruluşunda da aktif olarak görev almıştı. Geçtiğimiz yıllarda 37 kişinin yakıldığı Sivas'ta, 1925 senesinde Cumhuriyet Balosu yapılmıştı. Bu balo öncesinde, evimizde kulplu bir gramofon olduğu için bütün memurlar hanımlarıyla bize gelir dans öğrenirlerdi. Liselerdeki kültür eksikliği üniversitelere yansıyor Bir süre sonra babamı Ankara'ya çağırdılar; fakat babam Ankara'daki görevi kendisini de politikaya sokarlar endişesiyle kabul etmemişti. Bakanlıkla bir takım sorunlar yaşadığı için kızdı ve istifa etti. Tekrar Kayseri'ye döndük ve orada belediye doktorluğu yapmaya başladı. Ortaokul ikinci sınıfa kadar Kayseri'de okudum. Sonra babama tekrar sağlık il müdürlüğü görevi verilerek Sivas'a tayin edildi. Liseyi 1937 senesinde Sivas'ta tamamladım. Sivas Lisesi önemli bir liseydi. 1800'lü yıllarda Kabataş Lisesi ve İstanbul Lisesi gibi liselerle aynı amaçlarla kurulmuştu. Sorbonne'dan yeni mezun hocalardan ders alırdık. Yoğun bir şekilde felsefe ve sosyoloji dersleri görürdük. Lise eğitimine çok önem verilirdi. Bugün ise bir kültür yozlaşması var. Bunun da en önemli nedeni liselerin içlerinin boşaltılması. Çünkü genel kültürü liseler verir; üniversitede ise meslek edinilir. Lisenin içi boşaltıldığı zaman kültür de boşaltılmış oluyor. Bu kültür eksikliği bütün üniversiteye yansıyor. Ders saatleri dışındaki zamanımızı halk evinde geçirirdik. Sokakta lise talebesi gözükmezdi. Mimarlık o dönemde kavram olarak da pek bilinmiyordu. Biz de fen şubesi öğrencileri olarak mühendis olma hevesindeydik. Son sınıftayken, lisemizin biraz ilerisinde bir inşaat başlamıştı ve yüksek topuklu, yakası kalkık beyaz pardösülü genç bir adam peydah olmuştu. Öğlenleri bizim önümüzden geçip yemeğe gidiyordu. O zamanki Sivas şartlan için değişik bir tipti. O inşaatın mimarı olduğunu öğrendik. Meğerse o adam Emin Necip Bey imiş. Mimar olarak ilk gördüğümüz ve tanıdığımız kişi oydu. Sonradan kendisiyle dost olduk... Memur olmamam şartıyla mühendislik mektebine kayıt Oldum Lise son sınıftayken İstanbul'a tatile gelmiştik. Doktor olduğundan babam benim de tıp eğitimi almamı istiyordu. Bu nedenle beni Tıp Talebe Yurdu'na yazdırmıştı. O dönemde tıp eğitimi için sınav yapılmıyordu. Sadece mühendislik ve siyasal bilgiler imtihanla öğrenci alıyordu. Benim aklım ise mühendislikteydi. Sivas'tan arkadaşlarım topluca mühendislik okulunun sınavına girmek için İstanbul'a gelmişlerdi. Üç gün boyunca altı farklı sınava giriliyordu ve oldukça zor bir sınavdı. Bu sınava babamdan izin alarak ben de girdim. Okul parasızdı; fakat bir kısım YALITIM• ARALIK2005 6 9
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=