portre/röportaj zorunluluğunu getirdi. Mimarlar da zaten muhalefet yapmakta olduğum için beni seçtiler. 1958 yılında da beni zorla Mimarlar Odası Genel Sekreteri yaptılar. 1958 yılında Mimarlar Odası'nın merkezi Ankara'ya geldiğinde yer kiralayacak, personel alacak olanağı yoktu. Altı ay benim özel büromu kullandık. Bizden istenilen susmak ve Menderes'i desteksiz bırakmaktan ibaretti. Ben böyle bir bekçiliği kendime yediremiyordum. O yıllarda Türkiye'de mimar sayısının çok az olduğu yıllardan kalma kurallar sürüyor ve tekniker, kalfa gibi elemanlar mimari proje yapabiliyorlardı. Bayındırlık ve Milli Eğitim Bakanlığı, tanınmış hakların geri alınmasını hem duygusal hem de politik nedenlerle doğru bulmuyordu. Çünkü bu kesimin oy sayısı mimarlardan kat kat fazlaydı. Biz de teknik hizmet yetkilerinin tekrar düzenlenmesi için Bayındırlık Bakanlığı'na başvurduk. Köklü düşüncelerimizi bilmeyerek bir komisyon kurdular. Az katlı ve yığma yapıları tekniker ya da kalfalara bırakan öneriler getirdiler. Biz de mimarlığı yalnız mimar yapar diye dayatıyorduk. Yüksek fen heyetindeki bir mimar, ortamın rahatsız olmayacağı şekilde basamakları alıştıra alıştıra çıkmamızı istiyordu. Ben ise sabırsızdım; "Bu iyi bir yöntem olsaydı Atatürk de halkı şapkaya alıştırmak için her beş yılda bir fese bir parmak genişliğinde kenar eklerdi" dedim. Büyük teknokratlar nasıl olsa geçmez diye önerimizi kabul ettiler. Nitekim üç bakanlığın imzasını almasına karşın Milli Eğitim'de takıldı kaldı. Aylarca aracılar koyduk nafile. Deneyimlibir mimar, "Bakana git, yakında büyük kongremiz var, bu müjdeyi bütün üyelerimizeverelim" de dedi. Ben de Bakan Benderlioğlu'yla görüşmeye gittim. Odasında da öğretmen tayinlerinden olsa gerek mahşer kalabalığı vardı. .. Söylenenleri de pek dinlemiyordu, benim söylediklerimden 5 6 YALITIM• NiSAN 2005 politik bir çıkar hissetti ve ilgili müsteşar yardımcısını azarlayarak kararnameyi imzaladı. Bir hafta sonra Ankara'da, aleyhte gösteriler başlayıncaya kadar bu olayın gerçekliğine inanamadım. Bakan, protestoları görünce "Kim yaptı bunu?" diye etrafı paylamış. Korktum ama geri dönülmedi. TacMahalmi yapıyorsunuz? .. Yine 1960'lı yılların başında Ergun Unaran'la Mimarlar Odası adına Maliye Bakanlığı'na giderek diğer sanat erbabına tanınan ölçüde mimarlara da vergi muafiyeti istedik. Aldığımız yanıt "Tac Mahal mi yapıyorsunuz" oldu. Biz de ressamların Leonardo, yazarların da Shakespeare olmadığını söylemek istedik ve tartışmayı kaybettik. Halkın sahne ya da eğlence eylemlerini sanat kelimesi ile tarif ettiği, medyanın da çanak tuttuğu bir ortamda yaşıyoruz. Genelde tarihi mirasa ve özellikle Mimar Sinan'a gösterilen bilinçsiz saygı dışında ancak görkemli, güneşte parıldayan camların veya korku veren karmaşaların değerlendirildiği görülmektedir. Kocamanmaketi kaptım. bir kilometrekadar koştum ... 1966 senesinde Tandoğan Öğrenci Yurdu yarışmasını kazanmıştık, haftalar geçmişti ama arayan soran yoktu. Mal sahibi TSK'nin bir vakfı, genel sekreteri ise bir albaydı. Albay, bu hayır işini bedelsiz yapmamı teklif etti. Sonra da aylarca konuşmalar sonunda Gen. Kur. Başkanı Tural Paşa'nın projeyi istemediğini söyledi. Tura) Paşa ordu içinde sertlik simgesi bir efsaneydi. Askerliğimi yeni yaptığım ve ordunun üst kademelerinde de makul insanlar olduğunu bildiğim için Tura! Paşa ile konuşmaya karar verdim. İkinci Başkan Tulga Paşa aracılığıyla kendisinden randevu istedim. Bir cumartesi günü haber geldi, kocaman maketi kaptım ve bir kilometre kadar koştum. Odada birkaç yüksek rütbeli subay daha vardı. Kendisidahil herkes ayakta ve çıt çıkmıyordu. Projeyi anlatmaya başladım. Sözümü bitirdiğim zaman yine herkes susuyordu. Tura! Paşa da makete bakarak düşünüyordu. Sonunda "Yapalım, çok güzel olacak, Anıtkabir'den dönerken görülen kötü manzara ortadan kalkacak, Atatürk'ün ruhu mutlu olacak" demişti. Devlet,or-an'dabütün görkemiyle karsımıza dikildi 1964'te Gazi Osman Paşa'da yaptığım ve bir bölümünü sattığım apartman, çevremdeki mühendisleri girişimci olmaya heveslendirmiş olacak, birlikte apartman yapıp satmak için ısrara başladılar. Ben de kamu ve özel müşterilerle yaşadığımız sorunlardan yorgun düşmüş ve yarışmayı kazandığımız halde bize yaptırılamayan Milli Kütüphane olayının tepkisiyle farklı bir üreticilik işine sıcak bakmaya başlamıştım. Konut sıkıntısının tek tek apartman yapımıyla giderilemeyeceği, toplu üretim için özel koşullar ve örgütlenme gerektiği belliydi. Ben de bir uydu şehir geliştirmek ve projelendirme hayalleri kurmaya başladım. Bir yapıyı değil bir çevreyi tasarlayacak, yolu, kaldırımı, evleri, okulu, merkezi ve her şeyiyle bir bütünü projelendirecektim. Hedefleri beni kışkırtanlara anlattım, her dediğimi onayladılar. Dostlarımla önce elli kişilik bir anonim şirket kurduk. Sonra ortak sayısını birkaç yüz kişiye çıkardık. Küçük birikimleri, sigorta ve Emlak Bankası kredilerini ve DPT'nin vaatlerini birleştirerek orta gelir grubunu iyi bir eve, daha önemlisi iyi bir çevreye kavuşturmak istiyordum.
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=