portre/röportaj Konsolosluğuna giderek, Brezilya'da mimarlık eğitimi almak istediğimi söyledim. Konsolos da şaşırmıştı ve "Yirmi yıllık konsolosluğumda böyle bir şey duymadım; biz İtalyan ve Fransız mimarisi etkisi altındayız, burnunuzun önünde İtalya var" demişti. Ben de amcamın aracılığıyla Akademi duayeni A. H. Holtay'a danıştım; O da İngiltere, İsveç ya da İtalya'nın mimarlık eğitimi için uygun olduğunu söylemişti. Ben de en sevimlisi ve en pratiğini seçtim. Bu arada sınavlara hazırlanıyor, yurtiçinde mimarlık eğitimi alternatifini ilk sırada tutuyordum. Her şey yolunda gitti. Olgunluk sınavında dasınıfta "pekiyi"yi yakalayan iki kişiden biri oldum. Fakat yeni ortamlara duyduğum istek ve Avrupa'daki savaş sonrası ucuzluk beni İtalya'ya itti. Okudukça, tanıdıkça ve anladıkça Floransa gözümde daha çok büyüdü Sonuçta mimarlık okumak için Floransa'ya gittim. İstanbul'da yaşadığım şoku orada da yaşadım. İstanbul' da bop stil elbiselerimizi Rum terzi Konstantinis'e yaptırır, fötr 5 2 YALITIM• NiSAN2005 şapka giyerdik. Zannediyorduk ki bütün dünya öyle yaşıyor. Orada insanlar normal elbise giyiyor ve başları açık geziyorlardı. Bazen Amerikalı zenciler gibi hissederdim kendimi. Yaşam biçimleri, düşünce biçimleri çok farklıydı. Floransa'nın adı şehrin boyundan posundan çok büyük, Rönesans'ın merkeziydi. Mimarlık öğrencileri felsefe, sanat, sosyal konular, din ve politikada fırtınalar estiriyorlardı. Konuşmalarda geçen isimleri çoğunlukla ilk kez duyuyordum. Lisenin iyi bir öğrencisiyken burada bilgi ve düşünce duvarına çarpmıştım. Önce dönmeye, sonra da savaşmaya karar verdim. Eksiklerimi tamamlamak için okumam gerekiyordu... Okudukça, tanıdıkça ve anladıkça Floransa gözümde daha çok büyüdü. Floransa'da yaşamın boyutlarını duymaya başlıyordum. Bugün orada yaşayanları o büyük tarih içine ezildiklerini düşünür, hepsine acırım; tıpkı burada Sinan'ın yapıları önündeki duygularım gibi ... Sinema kulüplerine üye olur, müzik festivallerine giderdik. Sabaha kadar mimarlık konuşurduk. Öğrencilerden Mussolini'nin hemşehrisi olan arkadaşım Agostini tam bir okuma delisiydi. Tanrıtanımaz olduğu halde yazları kitaplarıyla birlikte manastıra kapanırdı. Papazlar da onun tanrıtanımaz olduğunu bilir fakat ona yemek falan verirlerdi. Sonradan benim evime taşındı, gece gündüz tartışıyorduk. Bazen o kadar sıkılıyordum ki pencereden atlayıp kaçmayı düşünüyordum. Mezun sayısı yüzde yirmiden fazla değildi Bir gün okuldaki eski öğrenciler bana okulu ne zaman bitireceğimi sordular. Beş senede bitireceğimi söylediğimde hepsi bir kahkaha patlatmıştı. Aralarından bir tanesi dokuz senelik, bir başkası on üç senelikti ... Moralim bozulmuştu. Terk edenleri saymıyorlardı bile... Birinci sınıfa 114 kişi başladık, ikinci sınıfta yarısı kaybolmuştu; o disiplini görünce kaçıyorlardı. İki Türk öğrenci geldi, fakat beş sene okuyup bir tek sınıf bile geçemeden geri dönmüşlerdi. Öyle asık suratlı bir disiplin de değildi. Üçüncü sınıfta da kalanın yarısı sınıfta kaldı. Son sınıfa gelince birkaç kişi kalmıştık. Mezun sayısı yüzde yirmiden fazla değildi. Ayrılanlar diğer fakültelere kolaylıkla girebiliyorlardı. Taşlar da böylelikle yerine oturuyordu. İlk üç yıl vasat bir mimar olmayı kabullenmiş bir öğrenciydim İlk üç yıl düşük notlarımla vasat bir mimar olmayı kabullenmiş bir öğrenciydim. Bir türlü yüksek not alamıyordum. Prof. Ricci, mantıkçı takımı hoca ve öğrencilerin uzak durduğu sinirli bir genç adamdı. Dördüncü yılın başında elimde yılın ilk eskizleriyle birlikte nasılsa onun karşısında buldum kendimi; çalışmalarıma baktı ve veryansın etti. Elimde bir tabanca olsa ya kendimi ya da Ricci'yi öldürebilirdim. Uzun bir fırça yedikten sonra direnmeye ve tepki göstermeye karar verdim. Benim tasarımda ne yapmaya çalıştığımı öğ-
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=