portre/röportaj almışlar. Bu işi gerçekleştirmek için de bir şirket kurmuşlar. Bu şirketin başına da Savcı Eker diye bir zat getirmişler. Savcı Bey İMÇ'de bir müteahhitin şantiye şefiydi, kendisini oradan tanıyordum. _Savcı Bey'le meslek hayatımız bir çok kere karşılaşmıştır. O işin başına geldiği zaman da bize "böyle bir iş var, yapar mısınız" diye teklifte bulundu. Biz de memnuniyetle kabul ettik ve çalışmaya başladık. Daha sonra işverenler başka mimarlardan da teklif aldılar. Fakat sonuçta yine bizim projemizin uygulanmak üzere seçildiğini bildirdiler. Bazı ufak tefek değişiklikler talep ettiler. Ardından, "biz şimdi Amerikalıları davet edeceğiz, siz de Amerikalılarla beraber tekrar yarışın" dediler. Üç önemli Amerikanbürosundan da proje aldılar. Biz de kendi projemizi bir kez daha revize ettik. Yine biz kazandık. Türk firması kazanınca doğal olarak proje ücreti pazarlıkları oldu. Bu işi yaparsak arkadan daha ne işler geleceğini falan söylediler. Ben de güldüm, çünkü 40 sene evvel Manifaturacılar da aynı şeyi söylüyorlardı. Bunu yapacağız bitecek de ona dayanarak başka işler gelecek falan filan ... Pazarlık teknikleri... Sonra bu projenin mesleki kontrollüğünü de yaptık. Çarşının iç dekorasyonu için yine üç Amerikanbürosundan teklif istediler. Hatta bir tanesini seçtiler, fakat o seçilenin yaptığı projeler burada uygulanamayacaknitelikte çıktı. Çizimleriflu, ne ifade ettiği belli değil. Çok da para istiyorlardı. Ve bize "bunu da siz yapın" dediler. Sonuçte dekorasyonunu da biz yaptık. Çalışmalarınızın fark edilmesi ve biryerdetakdiralmakçok hoş oluyor Mimarlar Odası'nın "Büyük Ödülü"nü 1995'te aldık. Bu dördüncüsüydü. BirincisiSedad Hakkı Bey'e, ikincisi Turgut Cansever'e ve üçün46 YALITIM • ŞUBAT 2004 cüsü de Şevki Vanlı'ya verilmişti. Çok gurur duyduğum bir ödüldü. Çünkü bir yandan yoğun olarak çalışırken, dolayısıyla kendimizin PR'ını yapamazken ve hiç takdir edilmiyoruz zannedilirken bir yerde takdir edildiğinizi bilmek çok hoş oluyor. 2000 yılında da kendi üniversitem İTÜ, bir fahri doktora verdi bana. O da beni çok sevindiren bir şeydi. Mesela Ağa Han ödülünü vermek için jürisine seçkin mimarları çağırıyorlar. Sadece İslam ülkelerinden değil dünyanın en büyük mimarlarıyla çalışıyorlar. 1992'de ben de bu organizasyonun jürisine çağrıldım. 1995'te beni yönetim kurulu üyeliğine tayin ettiler. Bir sonraki dönem tekrar jüri üyesi oldum. O dönem jüri başkanlığı da yaptım. Bunlar hep diğer ödüller gibi meslekteki çalışmalarımın başkaları tarafından takdir edildiğinin göstergesi. Böyle evrensel bir yarışmada jüri üyeliği yapmak aynı zamanda güvenilirliğin de bir ifadesi. Meslektaşlarımı eleştirmekten hoşlanmıyorum, hepsininiyi taraflarını seçmeye çalışıyorum Mimarlık o kadar zor bir meslek ki, meslektaşlarımı eleştirmek istemiyorum. Bazı arkadaşlarımız çok kolay eleştirirler, beğenmezler. Ben de çektiğimiz sıkıntılardan olsa gerek çoğunlukla taktirle karşılarım yapılanları. O sebeple beğendiğim çok mimar ve eser var. Ama mesela eskilere bakarsak Ayasofya'yı belki dünyanın bir numaralı anıtı olarak görüyorum. Bu fikrimi paylaşan yabancılar da var. Ama, çağımızda Türk mimarlarından Behruz Çinici, Turgut Cansever, Cengiz Bektaş, Mehmet Konuralp, bizim kuşağın kıymetli mimarları ...Eser olarak Behruz Çinici'nin Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kampusu, Meclis Camii... Bunlar hem özgün hem de Türk malı yapı- !ardır. Turgut Cansever'in bazı yapıları ve Demir Tatil Köyü, Muharrem Nuri Bey Yalısı, Bodrum'da bir camisi var. Konuralp'in İkitelli'deki Sabah Gazetesi binası, Nişantaşı'ndaki de çok başarılı. Bunları beğenmemek mümkün değil. Yabancı mimarlardan ise bizim yapmak istediğimizin ustası sayılabilecek Japon Fumihiko Maki var; Fransız Portzamparc var, İngiliz Norman Foster, Frank Gehry... Bir kuşak evvelSaarinen ve KevinRoche çok saydığım mimarlardan. Hepsi kıymetli insanlar, hepsini eşit derecede seviyorum. Mesela bazıları "benim ustam şudur" der. Ben hepsinin iyi taraflarını seçmeye çalışıyorum. Projeyyi aparkenöncebir "yaşam senaryosu" düşünüyoruz Bir mimari projenin başarılı olması için güzel, işlevsel, dayanıklı olması ve bir yapıdan ne bekleniyorsa hepsini taşıması gerekir. Ama öncelikle "amacına uygun" olması lazım. Amacına uygun olabildiği kadar da güzel olmalı. İçerisinde yaşayanlara ve dışarıdan bakanlara "ne güzel" dedirtebilmeli. Bununla beraber yapının ekonomik ve doğru inşa edilmesigerekir. Hepsinin üstüne çevresine uyumlu, kent içinde yabancı durmayan bir şey yaratmak lazım. Biz projeyi yaparken önce bir yaşam senaryosu düşünüyoruz. Burada nasıl yaşanır, nereden girilir, sonra ne görülür?.. Bu senaryoyu kurgulayarak biçimlendirmeye çalışıyoruz. Bu bize daha kolay geliyor. Ama başka mimarlar başka türlü yapıyorlar. Mimari,biçim olarak, malzeme olarak, detay olarak ne kadar değişse de esası aynı kalıyor. İçerisinde insan yaşıyor ve insanın fiziki özellikleri değişmiyor. Isısı 36.5 derece, kan dolaşımı, nefes alışı, oksijen ihtiyacı, boyutları... Mesela 1500 sene
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=