portre/röportaj der. Bir takım başarisızlıklar, çekişmeler yaşar; ve simsiyah bir gecede gemiyle İstanbul'a döner. "Mavi ve Siyah"... İşte ben o Lido'daki gecemizi hep o mavi geceye benzetirim. İzmir'de kalırsam "TalatBey'in oğlu" olmaktan kurtulamayacaktım Mezuniyetin ardından doğal olarak ailemin yanına İzmir'e döndüm ve İzmir Belediyesi'nde Proje Bürosu'nda mimar olarak göreve başladım. Orada belediyenin İmar Müdürü ve aynı zamanda Proje Bürosu'nun başı Rıza Aşkan adında değerli bir mimar vardı. Kendisi Sedad Hakkı Bey'in öğrencisıydi. Bu büro iyi bir mimarlık bürosu gibi çalışıyordu, bugünkü resmi daireler gibi değildi; proje yapılıyordu, detay yapılıyordu. O büroda Rıza Bey ile beraber belediyenin İzmir Fuan'ndaki pavyonunu, Bahri Baba Parkı'ndaki _ Şark Kahvesi'ni projelendirdik. Fakat İzmir, entelektüel aktivite bakımından özellikle o yıllarda İstanbulAnkara aksının çok dışındaydı. Mimarlık faaliyetleri, yayınlar, dergiler, sergiler, kongreler falan hep İstanbul veya Ankara'da yapılıyordu. Düşündüm ki ben İzmir'de kalırsam hem mesleki gelişmelerden yararlanamayacağım hem de "Talat Bey'in oğlu" olmaktan, yani babamın oğlu olmaktan kurtulamayacağım. Bundan da gocunmuyordum ama meslekte daha ileri gitmek gibi güdülerim vardı. İstanbul'a askere gitmeyi düşündüm. O zamanlar mimarlar istihkam sınıfına ayrılıyordu. İstihkam yedek subay okulu da İstanbul'da idi. Mezun olduğum yaz İzmir Belediyesi'nde çalıştıktan sonra Kasım'da İstanbul'da yedek subay okuluna başladım. SamiSisaileaskerdedaha çok yakınlaştık Bizim sınıftan bir hayli arkadaşla as40 YALITIM• ŞUBAT 2004 kerde tekrar buluştuk. Sami de oradaydı. Sami'yle okulda çok yakın olmadığımız halde Halıcıoğlu'ndaki yedek subay okulunda altı ay beraber olduk. Orada gizliden yarışmalara girdik. Mesela İstanbul Belediye Sarayı yarışmasına girdik. Okulun tavan arasında pireli bir odaya resim tahtası, cetvel götürdük. Bazı sıkışık günlerde, bizim takım talime giderken orada çalışıyorduk. O yarışmada aynı zamanda sınıf arkadaşımız olan Tekin Aydın ile de beraber çalıştık. Sami ile orada bir yakınlığımız oldu. Sami'nin ağabeyi de Robert Kolej'den mezun bir makine mühendisiydi. O'na bir fabrika inşaatı işi teklifi gelmişti. O da kendisi yapamayacağından Sami'ye teklif etmiş; Sami de bana teklif etti. Ben de zaten İstanbul'da kalma amacında olduğum için memnuniyetle kabul ettim. Ve yedek subay öğrenciliğimiz döneminde o işle ilgili projeleri yapmaya başladık. Fabrikayı yaptıracak olan zat ise uluslararası ticaret yapan musevi bir tüccardı. Biz de bir gün yedek subay elbiselerimizin üstüne trench kotlanmızı giyerek bu zatın Sirkeci'deki hayli büyük ve şık olan yazıhanesine görüşmeye gittik. Bizimle konuşurken bir yandan da Paris'e telefon ediyor, Paris'teki evin aşçısına "yarın geleceğim, şu yemeği yapın" diyordu. O dönemde bizim için Paris zaten çok uzaktı; hele Paris'teki eve yemek ısmarlamak daha da uzak bir şeydi. Müthiş bir kültür şoku yaşamıştık... Fakat böyle bir zat, tanınmış bir mimara değil de bizim gibi henüz mesleğe yeni başlamış genç mimarlara işi vermişti. Sonuçta bu fabrikanın projelerini ve uygulamalarını biz yaptık. Amerikalı Albayile Türk Yarbay'ı kavgaettirdim Yedek subay okul döneminden sonra görev yeri için kura çekiliyordu. O yıllarda Kore'ye çok sayıda İngilizce bilen yedek subay gönderiliyordu. İngilizce bilen birçok yedek subay adayı ilk mülakat-yapıldığında İngilizce bildiklerini söylemiyorlardı. Bende de böyle bir korku vardı; fa. kat bana "lisanın nedir" diye sorduklarında, "İngilizce" dedim. Sonuçta tercüman oldum. Fakat Kore'de harp esnasında bu yetersiz lise İngilizcesi ile ne yapacağımı düşünerek korkuya kapıldım. Yedek subay okulu döneminde İngilizce dersi aldım. Fakat sonradan tercümanlara kura çektirmediler; tercümanlara tayin geldi. Kimi Kore'ye tayin oldu, kimi Afyon'a tayin oldu. Bana da şans
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=