Yalıtım Dergisi 46. Sayı (Ocak-Şubat 2004)

portre/röportaj ciler barajda kaldığından ikinci sınıfa geçemediler. Dolayısıyla bizim 70 kişilik sınıfımız ikinci sınıfa 30 kişi olarak başladı; aşağı yukarı o kadroyla da mezun olduk. Üniversitede önemli hocalarımız vardı. 2. sınıfta derslerimize giren Anıtkabir'in mimarı Emin Onat en değer verdiğimiz hocalarımızdan birisiydi. Emin Onat'ın iki doçenti ve dört asistanı vardı. Bizim 30 kişilik sınıfa onlar da 7-8 kişi olarak girerlerdi ve herkesin masasına otururlardı. Bire bir, usta çırak ilişkisi gibi verdikleri projeleri tashih ederlerdi. 3. sınıfta da esas mimari dersini Emin Onat'tan okuduk. 4. sınıfta da derslerimize Hitler'den kaçan ünlü Alman mimarı Profesör Paul Bonatz geldi. TBMM'nin mimarı Holzmeister ise mimari tarihi dersini veriyordu. Türk hocalarımız da çok değerli hocalardı ama yabancı hocalar daha etkili eğitirlerdi. Okulda rektörümüz Emin Bey'in seçkin bir yeri vardı. Fakültemiz bilgili, otoriter ve güven verici bir hoca kadrosuna sahipti. Asistanımızın imzasıyla girdiğimiz yarışmada birinci olduk Üniversitede öğrenim görürken mimari proje yarışmaları yapılıyordu. Asistanlarımız olan İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş, öğrenciyken "Çanakkale Anıtı" için açılan yarışmayı kazanmışlardı. O örneği düşünerek ben de 3. sınıftayken İzmir Merkez Bankası için açılan yarışmaya girmeyi düşündüm. Sömestre tatilinde İzmir'den arkadaşım olan Ergün'le birlikte çalışmaya başladık. Fakat yarışmaya girebilmek için bir mimarın imzası gerekiyordu. Asistanlarımız içinde bize en yakın olan ve daha mütevazi görünümlü bir asistanımıza projeye imza atmasını teklif ettik; O da teklifimizi olumlu karşıladı ve son bir hafta bizimle bir3 8 YALITIM• ŞUBAT 2004 likte çalıştı. O'nun imzasıyla girdiğimiz yarışmada birinci olduk. Bu birincilik okulda büyük bir etki yarattı. Emin Onat, o sene bizim projelerimize tam not verdi. O yarışma başarısı, mezun olduktan sonra da yarışmalara girmemizi teşvik etti. Kongrede "çıtı pıtı hatip" diye adım çıktı ... Sami Sisa, sınıf arkadaşımdı; fakat en yakın olduğum arkadaşlarım arasında değildi. O'nun kendi arkadaş çevresi vardı. Ben bir yandan bu konkuru kazandığım Ergün'le arkadaştım, bir yandan da diğer bir arkadaşımla Mimarlık Fakültesi Talebe Cemiyeti'ni kurmaya çalışıyorduk. 3. sınıfta Teknik Üniversite delegesi olarak Milli Türk Talebe Birliği'nin Milli Talebe Federasyonu'nun Türkiye çapındaki genel kongresine gittim. Sonradan kamuoyunun yakından tanıyacağı Osman Fersoy, Orhan Anman ve Can Kıraç bizim kuşağımızdandı. Onlar da o kongrede okullarını temsil ediyorlardı; iyi hatiptiler. Sonradan ANAP milletvekili olan Osman Fersoy kongre başkanı idi; Arapça terimler kullanıyor ve sanki Meclis Başkanı gibi kongreyi yönetiyordu. Kongrede en küçük hatip olmam nedeniyle "çıtı pıtı hatip" diye adım çıktı. O kongre sonunda Milli Talebe Federayonu'nun Yönetim Kurulu'na seçildim. Fakat federasyon çalışmaları eğitim hayatımı etkilemeye başlamıştı. Halbuki ailem beni büyük fedakarlıklarla okutuyordu. Babama benim için burs teklifleri yapılıyordu, fakat babam . onların hiçbirini, "ben memur oldum, oğlumun da memur olmasını istemiyorum" diyerek kabul etmedi. Neredeyse maaşının yarısını bana göndererek İstanbul'da okumamı sağlıyordu. Ben de federasyondan istifa ettim. Böylece siyasi hayattan bir bakıma çekilmiş oldum. 1952 Temmuzu,mezuniyet veda yemeğinde Paul Boııatz ile. "MaviveSiyah" Fakültenin son yılında, bizim sınıfın diploma projeleri çok beğenildi; Emin Onat hem Rektör hem de diploma jürisinin başkanıydı. Projelerin başarısı üzerine bizim sınıfın tümünü mezun etmeye karar verdi. Ve böylece okuldan 1952 senesinde mezun olduk. Emin Hoca'nın bu jesti bizleri çok duygulandırdı ve sınıf olarak Emin Onat'a ayrı bir yemek vermek istedik. Onat, bu teklifimizi iyi karşıladı ve sadece bizim sınıfın 26 öğrencisi ve dört beş profesörümüz ile birlikte Lido'da güzel bir yemek yedik. Emin Onat'ın yanında oturuyordum, iyi içerdi Emin Onat... Her kadeh kaldırışta bana da "hadi paşa" diyerek içirirdi. Ama ondan sonra eve nasıl gittim doğrusu hatırlayamıyorum. Ben, o yemeği Halit Ziya'nın "Mavi ve Siyah" romanına benzetiyorum. O romanda Mülkiye mezunu Ahmet Cemil vardır. Mezun olduktan sonra arkadaşlarıyla bir temmuz gecesi Tepebaşı Gazinosu'na giderler. Gök, mavi ve pırıl pırıldır ... Bütün istikbal önündedir Ahmet Cemil'in ... Sonra kaymakam olur, doğuda Karadeniz kıyılarına gi-

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=