Yalıtım Dergisi 45. Sayı (Kasım-Aralık 2003)

portre/röportaj var nasıl keseceğiz?" diye. Köprünün dışına yönlendirebilirsiniz ama o da çok zor. O zaman delin delikleri, aşağıya bir kanal yapın sular oradan sızsın. Şimdi de öyledir,o benim düşüncemdi. İstanbul'da, ısınmak için harcanan enerji en azından yarı yarıya azaltılabilir. Günübirlik düşünülüyor. İnsanlara altı ayı birden düşünmeyi öğretebilsek Türkiye'de her şey değişir. Altı ayımı görmeden nasıl bugünümü planlayacağım? .. Bizler AB'ye her zaman karşı olduk. Ama, şimdi ondan medet umuyoruz; çünkü bazı standartlar geliyor. Yapı konusunda en bilmediğimiz şey yalıtım. Örneğin sesin bir insana ne yapacağını bilmiyoruz. Avrupa yakasında toplantıya gittiğim zaman buraya döndüğümde dayak yemiş gibi oluyorum. Çünkü 90 desibelliksesin içinde yaşamak zorundasınız Avrupa yakasında. Burada ise bizden başka ses yok. Yalıtım işi bir "ciddiyet" işi. Yalıtımı ciddiye alan ülke olarak Almanya'yı ve İngiltere'yi görebiliriz. Büromdaiki ay çalışmasına dayanamadığım birisidenetleme firması kuruyorve beni denetlemeygeeliyo.r.. Denetleme firmalarının olması zorunlu ve yararlı. Büroda benim yanımda çalışan fakat bir iki ay dayanamadığım birileri bu furya çıkınca hemen denetleme firması kuruyor üçü beşi bir araya gelip... Verdiğim çizimi anlayacak nitelikte bile değil. Kısacası, bu büroların nitelikli kişilerce kurulması gerekiyor. İnsan kendi ortamını kurabilmekiçin savaşmalı Denizli benim ilim. Denizli'ye gönül bağım var. İstanbul dışında da Trabzon akıl almaz bir kültür. Diyarbakır', 1955'te gördüğüm zaman kendimden geçtim. Öğrenciyken bir Alman profesörle birlikte gitmiştik. Ama ben o yaşımda Avrupa'nın belli 5 o YALITIM • ARALIK2003 başlı kentlerini görmüş birisi olarak Diyarbakır'da gerçekten kendimden geçtim. Ama şimdi rezil etmişiz. İstanbul'un çözümü de bir örgütlenme işi. Sizin yanınızda sizin gibi düşünen en azından beş on kişilik bir küme olması gerekiyor. Kuzguncuk'ta benimilk yaptığım şey buydu. Büromu buraya taşıyarak, birlikte bir şeyleri paylaşabilecek insanları toparlayarak ve de "bol kepçe yürek" denilen insanları çekerek bir küme oluşturuyorsunuz. Can Yücel'in de Kuzguncuk'a gelmesine ben yardımcı oldum. Kuzguncuk'un Can Babası oldu çıktı. Öyle tek kişilik orduyla başarılmaz bu işler. Kişi kültüne dönüşmemeli iş. Kendi ortamını kurabilmek için savaşım vermeliinsan. Kendi ortamının sağlığı için savaş vermek gerekli. Kuzguncuk'ta bu amaçla çocuklarla tiyatro gösterileri yaptık, basketbol alanı yaptık, şiir dinletileri düzenledik, kendi okulumuzu onardık, duvarlara resim yaptık, çocuk bahçelerimizi yaptık, yontu yaptık, İstanbul'u tanıttık... Kendi yaşama sevincinizi paylaşmanız gerek biraz önce sözünü ettiğim etkinliklerde. İnsanın yaşama sevincini, çocukluğunu unutmaması gerek.. İstanbul dediğiniz zaman bir sürü örgütlenmenin içerisinde yaşayacaksınız. Bugünkü seçim yasasıyla falan olacak şey değil. Yani yüzde yirmi oyla gelmiş bir insanla olmaz Amasivil toplum örgütlerinin doğru dürüst bilinçlenmeleri sonucunda elde edilecek güç çok daha başka bir güç. Türkiye'dedebiyatmüzesinin olmayışı büyükbir eksiklikti P.E.N.'in ikinci başkanlığını ve altı yıl TürkiyeYunanistan Dostluk Der• neği Başkanlığı yaptım. Dört yıldır da Türkiye Yazarlar Sendikası'nın başkanlığını yapıyorum. TYS olarak Yıldız Sarayı içerisinde bir edebiyat müzesi oluşturduk. Bizde ne yazık 'ki müze denilince yanlış anlaşılıyor. Müze bir anlamda okul. İnsanların bir araya geldikleri, bir şeyler ürettikleri bir yer. Edebiyat müzesinin olmayışı çok büyük bir eksiklikti. Böyle bir müze diğer ülkelerde de yok. Örneğin şiirde Beşiktaş dediğiniz zaman herkesin aklına Behçet Necatigil gelir. Kadıköy, Dağlarca demektir bir anlamda. Dışarıdan bir insan geldiğinde bu insanları görmek, ya da yapıtlarına erişmek isteyecek. Bu yapıtları bir arada bulabileceği, ses ve görüntü kayıtlarını görüp dinleyebileceği bir oylum olsun diye yola çıkıldı. YunusEmre şiirleri başucumda durur O kadar çok yazar var ki beğenerek okuduğum ... Ben çeşitli kitapları bir arada okuyan bir insanım. Aynı anda dört beş kitabı okuyorum. Örneğin Ayvalık'tan bir gencin şiirlerini okudum, çok beğendim. Dergilerde yayınlanan şiirlerin yüzde doksanını sollar. Feyza Hepçilingirler "Akmerkez kitapları ve Akmerkez yazarları" diye çok güzel bir deyim buldu. Postmodernizmin ne olduğunu anlamayan bir takım insanların çok satar gibi gösterilen kitaplarıyla o çocukları bozmasak müthiş şeyler çıkar ortaya. Şu günlerde severek okuduğum Afşar Timuçin'in estetik, felsefe üzerine yazdıkları, o devamlı başımın ucunda. Şiir dersem benim kuşağımdan kendi arkadaşlarım var. Gençlik dönemimde Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ceyhan Atıf Kansu gibi ustalar var. Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet var... Örneğin Tarantababu'yu okuduğum zaman, 1935'te basıldığına inanamadım. Nazım Hikmet çok etkilendiğim bir ozan... Edip Cansever'in capacanlı duruşu; İlhan Berk'in bir türlü yaşlanmayışı ne kadar güzel...Ama başucu kitabım hep Yunus Emre'dir. D

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=