portre/röportaj Neolursaolsunherdönemde bir şeyler yaratılıyor Selimiye'ye gittiğim zaman arınıyorum Selimiye'ye gidip oturduğumda her şeyi unutuyorum. Bu dinle ilgili bir durum değil. Selimiye'de gerçekten arınıyorum. Şemsi Paşa Camii'ne daha karşıdan bakarken heyecanlanıyorum. Ne kadar hoş, ne kadar oranlı, ne kadar güzel, insana saygılı. Neredeyse omuzlarından tutuyor insanı, "bak boğaz ne güzel" diyor, "ne kadar hoş değil mi burada yaşamak" diyor. Süleymaniye'nin sokaklarında dolaşmak, oradaki kent yaşamının nasıl örgütlendiğini görmek az buz şey mi? Sedad Hakkı Eldem'in bazı yapıları var ki her defasında durup karşısında saygıyla bakıyorum. Örneğin Başbakanlık binası böyle bir yapı. Gerçektenher dönemde onca zorluk içerisinde gerçekleştirilmiş öyle hoş yapımız var ki... Gümüşsuyu'ndaki Üçler Apartmanı insanda saygı uyandırıyor. Ankara'da Pembe Köşk. .. Ne olursa olsun her dönemde bir şeyler yaratılıyor. Yanlış anlaşılmasın ama gökdelenleri yalnızca teknoloji olarak görüyorum; sanat eseri olarak göremiyorum. Bazıları birisini eleştirdiği zaman kendisoi ndandahaiyi yapıyor zannediyor Benim yaptığım Mersin'deki gökdelen yalnızca bir gökdelen değil. Gününde Avrupa'nın en yüksek betonarme yapısı olması değil önemli olan. Ortadaki ruh, boşluk, rampayla insanların yürüyerek gidip gelebilmeleri... İnsanların o binayı eleştirmeleri çok kolay. Örneğin Gaziantep'te gencecikbir mimar sordu "neden böyle geri teknoloji kullandınız?" diye. Bir mimar, 175 metreye beton çıkarmayı geri teknoloji olarak biliyorsaben ne diyeyim.Türkiye'de çelik yapı yapmak gerçekten 46 YALITIM• ARALIK2003 i "Avrupalı gelip Grek kültürü diye Batı Anadolu kentlerinden aktarılmış bir sürü şeyi kopya ederek kendi mimarisini kurmaya çalışırken, biz de kopyanın kopyasını yapmaya çalışıyoruz.• insanları aldatmak. Çünkü paslanmaz çelik yok. Çelik, paslandığında çok tehlikeli olur. Öyle sanat tarihçileri ve mimarlık tarihçileri oldu ki gidip görmemiş, oturuyor yapı üzerine yazıyor. Mersin'deki gökdeleni dümdüz bir kule zannediyorlar. O yapının çarşısı var, altı var... Bir Mersinli "Bütün dağ köyleri artık Mersin'in nerede olduğunu biliyorlar" demişti. Bir başkası da "oğlumun evini artık şaşırmıyorum" demişti. Kimse Ankara'daki gökdelene bir şey diyebildi mi?O bir referans noktasıydı ve kentin özeği (merkezi) orası oldu. Mersin'in özeği artık çalışmıyordu. 130200 binlik kentin özeği olabilirdi ama bir milyon nüfuslu Mersin'in özeği olmayayetmiyordu.Onun için o özeği yukarıya doğru çekmek gerekliydi. Bu da başarıldı; on yılda olacak sanıyordum, beş yılda oldu. Yaptığım oylumune yazık ki kasap dükkanı durumuna getirenlevr ar "Olbia"(Cengiz Bektaş'ın 2001 yılında "Ağa Han Ödülü"ne hak kazandığı Akdeniz Üniversitesi Sosyal Kültürel Özeği,) bana sevinçveriyor.Yapılan bir araştırmada o yapı kullanılmaya başlandıktan sonra öğrencilerde başarının yüzde 25 oranında arttığını bilmek de beni gururlandırıyor. Ayrıca Mısırlı Profesör bir hanımın "ben hayatımda hiçbir zaman 12 saat bir yapının içinde kalmadım, ve hiç de sıkılmadım" dedi. Benimistediğim oylumların (mekan) birbirinin içine akması, her adımda, her saniyede bir başka şeyin ayrımında olmak, oylumların bütün bunları cambazlık, hokkabazlık yapmadan ve herkesin bildiği ahşap, taş, beton gibi gereçlerle yapmak... Etimesgut'taki camimi de çok severim. 1964'te yapmıştım. Türkiye'de ilk çağdaş cami olduğu söylenir. Her şeyin arı Türkçeleştirildiği gibi o kavramın da bir anlamda arılaştırıldığı bir yapıdır bana göre. Amerika'da yaptığım evin içinde de dolaşmayı çok seviyorum. Siz bütün gücünüzle çalışırsınız da kültürlü sandığınız birisi kalkıp benim yaptığım oylumukasap dükkanı durumuna getirebilir. Ben yapılanma sarılırım, koklarım. Halbuki o adam oraya kasap dükkanı gibi plas-
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=