Tarihi Yapıları Nasıl Çürütüyoruz? M.ÜnalMUTLU İnşaat Yüksek Mühendisi En son arkeolojik bulgulara göre yapının tarihi 40.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Oysa ki bugün en yaygın olarak kullanılan betonarme ve çelik yapıların geçmişi birkaç yüzyıldır. Bu demektir ki geleneksel yapılar modern yapılara göre çok uzun bir evrim ve deneyim üzerine kurulmuştur. Ne yazık ki geçmişin gizemli yapı teknolojisi bugün unutulmuştur. Modern yapıların ömrü 3040 yıl iken geleneksel yapıların yüzyıllarca ayakta kalabilmesi nasıl açıklanabilir? Geleneksel ya da tarihi yapılar kendisiyle ve çevre ile uyum içinde olacak şekilde tasarlanıp yapılmışlardır. Diğer bir deyişle tarihi yapılarda doğal bir denge ve uyum vardır. Kullanılan malzemelerin tümü -demir hariç-doğal malzemelerdir. Doğal afetlerle yıkılmamışlarsa yüzyıllarca yaşayabilirler. Ancak iki ana unsur daha vardır ki tarihi yapıların ömrünü kısaltmaktadır. 1. Restorasyonlar: Yapının doğal denge ve uyumunu bozarak yapıyı çürütür. 2. Korozyon: Demirler paslanır ve taşları, mermerleri sıvaları vs çatlatıp yapıyı çürütür. Modern yapılarda aşırı ölçüde yapay malzemeler kullanılır. Bu yapılar kendileri ve çevre ile sürekli savaş halindedirler. Çok pahalı koruma yöntemleri gerektirirler ya da kısa zamanda çürürler. Örneğin ABD'nin yapılarını korumak için bir yılda harcadığı tutar 60 milyar dolardır. Çoğu 2 4 YALITIM• ŞUBAT 2003 kez kullanılan yanlış koruma teknikleri yüzünden bu tutarın nerede ise yansı denize atılır. Gerek tarihi gerek modern yapılara yapılacak her müdahale bir hastanın ameliyat edilmesinden farksızdır. Nasıl ki gerekli tahliler yapılmadan, doğru teşhis konmadan ameliyat yapılamaz; aynı şekilde yapının özelliklerini, davranışını ve sorunlarını anlamadan ona onarım, güçlendirme, restorasyon adı altında müdahalede edilemez. Aksi takdirde, bu tür müdahaleler yapıyı sakat bırakır ya da çökertir. Ülkemizve dünya bu olayları sık sık yaşar. Kimileri gündeme gelir kimileri hiç fark edilmez. Yukarıdaki tabloya somut bir örnek olarak Süleymaniye Camii'nin başına gelenlere bir göz atalım. Bir dünya harikası olan Süleymaniye hakkında birçok yazılar yazılmış, hikayeler söylenmiş, yorumlar yapılmış, şiirler yazılmıştır. Ancak, yapının taşıyıcı sistemi ve yapı fiziği konularında hiçbir bilimsel araştırma yapılmamış, muhasebe kayıtları ve Tezkiretül-bünyan isimli eser dışında yapının özelliklerine ışık tutacak orijinal proje ve belgeler bulunamamıştır. Geçmişin engin yapı teknolojisinin ve Koca Sinan'ın mühendislik dehasının bu eserini bugün gerçek anlamda anlamış değiliz. Yapıyı tanımadığımız için 450 yıldır depremlerin ve yangınların yapamadığı hasarları 'restorasyonlar'la bizzat kendimiz yapmaktayız. Koca Sinan'ın -içinde 10.000 kişinin ibadet edebileceği- caminin yaklaşık 100.000 m3 olan iç hacminde doğal olarak çalışan bir ısıtma, soğutma ve havalandırma düzeni kurmaya çalıştığı bilinir. İç mekan sıcaklığı yaz kış 21 derece civarındadır. İnsanların nefesi, kandil ve şamdanların isi ile kirlenen hava doğal bir çekimle ana giriş kapısı üstündeki islik odasına girerek -isini tavanda çökeltip- oradan dışarı atılır. Bu işlerden mürekkep yapılır. Uzun süre başarıyla işleyen bu sistem aksar ve sisler kubbelerde toplanmaya başlar. (Bu aksaklığın nedeni 1660 yılında çıkan yangın veya yangın ertesi yapılan 'restorasyon' olabilir.) Paha biçilmez birçok tarihi köşkü yıktırmakla ünlü Sultan Abdülmecid 1850'lerde Ayasofya'nın onarımı için getirttiği Fossati biraderlere Sijleymaniye'yi teslim eder. Yapının dokusu ile uyuşmayan boyalar kullanarak yaptıkları bezeme ve boyalarla Fossati'ler camiyi adeta kiliseye çevirir, bununla da kalmaz yapıda 'solunum yetmezliği'ni başlatırlar.
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=