açık Açık sayfa; sektörde söyleyecek sözü olan herkese açık! .. Açık sayfa; kişisel polemiklere yol açmayacak her türlü yazıya açık! .. Depremde şehircilik ve mimarlık alanındaki temsiliyet gereksiz sayılıyor •• Konsey 11 0zürlü'' Doğdu(*} Oktay EKİNCİ TıW\lıOB Mimarlar Odası Başkanı B aşbakanlık genelgesiyle TÜBITAK eşgüdümünde kurulan Ulusal Deprem Konseyi'nin (UDK) kamuoyunun en fazla ilgisini çeken özelliği; Prof. Dr. Ahmet Mete lşıkara'nın yer almaması oldu. Kimi gazeteler bu durumu "hayret" başlığı altında verirken kimi medya organları da olayı "polemik haberciliği" için yeni bir fırsat olarak değerlendiriyorlar. 9 Haziran 2000 günü UDK'yi basına tanıtan TÜBITAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Tuğrul Tankut'un, "ilgili kuruluşlardan Prof. Dr. lşıkara'ya destek çıkmadığı için konseyde bulunamadı" şeklinde açıklaması da bu polemiğin dayanağı olarak kullanılıyor. Oysa UDK'nin zaten "oluşum biçimine" bakıldığında, "ilgili kuruluşlar" desteklemiş ve istemiş olsalar bile, Prof. Dr. lşıkara'ya pek de "uygun" bir tablo görünmüyor. Çünkü Prof. lşıkara, 17 Ağustos 1999 depreminin daha ilk dakikalarından itibaren "Deprem değil, binalar öldürüyor" diyerek Türkiye'de depremlerin felekate dönüşmesinin "temel nedenini" en kısa ve özlü olarak kamuoyu bilincine de taşımış oldu. Binaların "ölümcül" olmalarının başlıca iki ana dayanağı ise "plansız ya da bilim dışı planlarla yerleşme" ve "depreme duyarlı mimarlık kültüründen uzaklaşma" oluşturuyor. Nitekim özellikle "Adapazarı-lzmit-Gölcük ve Yalova" kuşağı ile lstanbul'un Avcılar bölgesindeki on binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden olan büyük yıkımların en önemli nedeninin de "Kuzey Anadolu Fayı'nı ve arazilerin jeofizik verilerini gözetmeyen mimar ve yer seçimi politıkolarıyla yaratılmış yoğun nüfus ve yapı yığılması" olduğu, sayısız resmi ve bilimsel raporda dile getirildi. Benzer şekilde bu yoğun ve riskli yer seçimine dayalı yapılaşmanın, aynı zamanda "tarihsel deprem kültüründen yoksun", denetimsiz ya da tekniğine aykırı "betonarme sistem egemenliğinden" ötürü onca yıkımlara ve ölümlere neden olduğu da ilgili uzman çevrelerde açıkça tartışılmaya başlandı. işte bu "gerçekler" ile UDK'yi oluşturan üyelerin "uzmanlık alanları" kıyaslandığında, hükümetin bu konseyde "planlı ve güvenilir yapılardan oluşan bir kentleşme" hedefi yerine, depremle ilgili yorumlarda "Türkiye'nin imar gerçeğini sorgulamayan" bir genel söylemin egemen olmasını istediği açıkça gözleniyor. Böyle olunca da Prof. Dr. lşıkara'nın aynı imar gerçeğini özetleyen "depreme dayanıksız yapılaşma" vurgulamasına yönelik uzmanlıklardan "şehircilik" ve "mimarlık" gibi temel iki alanı, 20 kişilik konseyde sadece "iki kişi" temsil ediyor. Üstelik UDK oluşumu içinde "diğer alanlar" başlığı altında yer verilerek ve dahası her iki uzmanlığın meslek kuruluşları düzeyinde UDK'ye katılımları da tümüyle "dışlanarak" ... "Planlama" Devre Dışında Peki, acaba böylesine yaşamsal bir "ihmal", hangi anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor? Örneğin, 20 kişilik UDK'de 8 kişi ile yer alan "yerbilimciler", Anadolu'daki fay zanlarının yoğun yerleşme ve yapılaşma için "sakıncalı" olduğunu söylediklerinde, bu alanlardaki imar kararlarının "şehircilik ve mimarlık ilkeleri" ışığında nasıl alınması gerektiğine, dolayısıyla "deprem riskini gözeten bir planlama ve yapılaşma tarzı" için nasıl bir imar ve yatırım politikasının izleneceğine yine UDK içinde yanıt verilmeyecek mi? Benzer şekilde, aynı 20 kişilik kadroda diğer bir "8 kişilik" ağırlığa sahip olan "inşaat mühendisleri" depreme dayanıklı yapılaşma için öneri geliştirirken Türkiye' de inşaat mühendisliği eğitiminden ve pratiğinden adeta uzaklaştırılmış olan "betonarme sistem dışındaki geleneksel yapı tarzlarının tarihsel mimariden esinlenerek çağdaş mimariye yeni teknolojik girdilerle kazandırılması" şeklindeki "mimari" arayışlar UDK'yi hiç ilgilendirmeyecek mi? Hatta betonarme karkas sisteminin bile "mimari tasarım ve uygulama sürecinde" doğru kullanılmasını sağlayacak mimari ilkeler ve kurallar, 20 kişide 1 kişinin bu meslekten olduğu bir konseyde sadece 8 inşaat mühendisinin "uzmanlık dışı" yorumlarına mı terk edilecek? Bütün bu sorular da açıkça gösteriyor ki Başbakanlığın UDK oluşumuyla ilgili genelgesi, Türkiye'de 1950'Ierden beri süren ve sadece depremleri değil, selleri ve hatta su baskınlarını bile felakete dönüştüren, sürekli tahribatı da "çarpık çevre düşmanı ve toplumsal haklara saygısız bir spekülatif kentleşme yaratarak" gerçekleştiren, planlama karşıtı "rant politikalarının" ürünü. Bu politikaların, hala terk edilmemiş olması da siyasetin arsa ve arazi rantıyla ne denli "bütünleştiğini" kanıtlıyor. Bakalım, her biri kendi alanlarında gerçekten uzman ve saygın kişilerden oluşan 20 kişilik UDK heyeti, "kendi iradeleri dışında" gerçekleşen bu bilim yapılanmasını, hiç değilse çalışmaları sırasında "konuk uzmanlarla toplanarak" bir ölçüde bile olsa düzeltecek mi? Böylece belki "Başbakanlık" yaptığı hatayı anlar da yeni bir genelgeyle şehircilik ve mimarlık alanının da UDK içinde etkin ve kurumsal olarak temsiliyetini kısa sürede sağlar. (*) 16 Haziran 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanmıştır. YALITIM• HA2IRAN2000 1 9
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=